19 Ocak 2015 Pazartesi

Geç Kalan Kitaplar..



Projeydi, iş değişikliğiydi falandı, fulundu derken eline yaklaşık 2 aydır kitap almadığını farkedince ne yapar insan? Tabiki d&r sitesine abanır. Ben de öyle yaptım ve ilk posta siparişimi verdim. Açıkçası bu kitapları yeni okumuş olmanın verdiği utanç yok mu var. Lisede falan elime almışlığım var tabiki bir kaçını ama adam gibi okuyup özümsemek başka. Paylaşalım : 

1 - Doctor Who Shada
2 - Tesla: Man out of Time 
3 - George Orwell - Animal Farm
4- Erich Von Daniken - Chariots of the Gods
5 - Sylvia Nasar - A Beautiful Mind
6 - Gölge Oyunu
7 - Franz Kafka - Dava 
8 - Franz Kafka - Metamorphosis
9 - Fight Club

Doctor Who Douglas Adams'ın Kayıp Macerası Shada


Nasıl ve nerden başlasam ki diye düşünüyorum ve kolayına kaçıyorum. Diyorum ki Douglas Adams büyük adam, onu övelim biraz. Kitabın üzerinde adamın adı yazmasa bile onun elinin değdiğini anlamak diye bir şey var. Nasıl mı?

Otostopçunun Galaksi Rehberi'nden biliyorsunuz Ford Prefect Arthur'un sandığının aksine dünyadan değil farklı bir gezegenden gelmektedir. Şimdi Doctor Who serisinde şu olaya dikkat çekelim:
"TARDIS'i gördüğü zaman Chris'in çocukluğundaki Londra seyahatlerini anımsaması yanlıştı. Çünkü TARDIS dünyadan değil Zaman Lordlarının fevkalade güçlü topluluğuna ev sahipliği yapan Gallifrey adında uzak bir gezegenden geliyordu." 

İlk sayfalarda geçen diğer muhabbet:

"Chris zamanın yanı başından giderken aynı zamanda onu terkettiğini hissediyordu. Yıllar geçtikçe hemen her gün, bir gün yaşlanmak gibi rezil bir eğilimi olduğunu farketmişti."

Bu alıntılamaların yanındaki koskoca hikayeye ne demeli? Muhteşem ötesi. Utanmasam OGR'den daha iyi diyeceğim ama diyemem, utanırım.
Şimdi o muhteşem hikayeden çok kısa bahsedelim: Çok ciddi bir yerde spoiler var ama vermeyeceğim, rahat okuyun.

Kitabın Konusu :
Evrensel Aklın kendi aklı olmasını isteyen Skagra Zaman Lordları tarafından cezalandırılmış Shada'da hapis yatmakta olan Salyavin'e ulaşmak ister. Salyavin çok tehlikeli bir suçludur çünkü karşısındakinin aklını ele geçirip, kendi düşünce sistemini uygulatabilmektedir. Skagra'ya karşı çıkacak olan kahramanlarımız ise Doctor, Profesor Chronotis, Romana, K-9(köpek şeklinde robot), Chris ve Clare'dir.
Profesorun dünyaya getirdiği Gallifrey'in Muhterem ve Kadim Yasaları adlı kitabı ele geçirmek isteyen Skagra kitabı yanlışlıkla ödünç alan Chris'in peşine düşer ve Doctor buna engel olmaya çalışsa bile bir şekilde kitabı ele geçirir ve hikaye başlar.

Kitabın Yazarı:
Kitabın yazarı olan Gareth Roberts'in son sayfada verdiği süreçle ilgili bilgiler çok samimi geldi. Bir bölümünü aktarmaya çalışayım :

"Bu kitapla ilgili olarak menajerime, 'Çocuk Oyuncağı,' demiştim. 'Bir kaç ay sürer en fazla. Sevgi dolu bir iş. Tereyağından kıl çeker gibi.'
Ah, evet, tereyağı. Yürürken üzerine basıp kaymamak için yolunuzu değiştirebileceğiniz türden bir parça tereyağı. Bundan 8 ay sonra, sevgili okur, bırakın üzerine basıp kaymayı, az kalsın altında ezilip gideceğim tereyağından o kılı çekebildim. Bol miktarda beyin hücresi, saç, hatta arkadaş -ama maalesef kilo değil- kaybetmiş, Shada'nın olmadığı ya da Shada'nın öncesi veya ötesindeki bir dünyayı aklımda zorlukla canlandırarak gün ışığına çıkabildim. Her zamanki gibi elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştım. Fakat bu kez, Douglas için en iyisini yapmaya çalıştım.

Kitap Değerlendirmem :

Kesinlikle harika.. 


Zamanın Ötesindeki Deha Tesla



Tesla'nın ilk olarak filmini izleyip ardından kitabını okudum. Filmini de  güzel yapmışlar. Şimdi kitaptan bir kaç alıntı yapmadan önce geçen gün girdiğim bir postu burda da paylaşmak istiyorum : 
Post kuyruklu yıldıza inen modül ile ilgiliydi :






Tesla'nın hayatını okurken insanın aklı çıldırıyor. Tek bir adamın tüm hayatı boyunca süren çabası bizim şuandaki yaşam stilimizi oluşturuyor. Belki daha iyi belki daha kötü olabilirdi. İster istemez bundan yıllar sonrasını düşünüyor insan. Şuan hayal bile edemediğimiz kurgular gerçekleşecek mi?
Gerçekleşse bile bize ne faydası olacak, hiç mi?

Geçen gün twitterda atılan bir tweet okudum Tesla ile ilgili : 


Adam buluşlarının patentini almayı, maddi düşünmeyi hiç beceremediği için gerçekten Loser gibi görünüyor. Filmini izlerken ölümüne yakın olan zamanlar falan baya acıklıydı. 

Şimdi kitaptan bir kaç alıntı yapalım :

1***Kitabın başlarında okurken tüylerimi diken diken eden bir cümle geçti. Tesla bir kaç arkadaşına yaptığı buluşlarla, elektrikle görsel bir şölen izletmeden önce Mark Twain ile arasında şöyle bir diyalog geçiyor :
- "Haydi artık gösteri başlasın Tesla, her zaman ne derim biliyorsun."
- " Yoo, bilmiyorum, ne dersin?"
- " Hep şöyle demişimdir ve şunu bil ki bundan uzun yıllar sonra benim sözümü anacaklar : Gök gürültüsü iyidir, etkileyicidir ama asıl iş gören şimşektir"
- " O zaman bu gece fırtınalar kopacak dostum, haydi benimle gel."


2*** Tesla'nın hayatında bir trajedi yaşanmıştır. Abisi Daniel genç yaşta ölmüştür ki ölümünün nedeni bile henüz belli değildir. Tesla bu ölüm nedeniyle hayatının büyük bölümünde kabuslar ve halisünasyonlar görecektir. Yaşadığı deneyimin ayrıntıları hiçbir zaman tam olarak aydınlığa kavuşmadı. Nikola'da fobiler, takıntılar belirmiş, egzantrik yönü ortaya çıkmıştı. 

3***Edison'a Batchelor'dan Tesla ile ilgili gelen kısa ve öz tavsiye mektubu : 
" İki müthiş adam tanıyorum ve sen bunlardan birisisin; diğeri de bu genç adam!"

Kitapta alıntılayacak, anlatacak daha çok fazla bölüm var ancak şimdilik benden bu kadar.

Anımal Farm - George Orwell

(Bütün kitaplar eşittir; bazıları öbürlerinden daha eşittir)

Bu kitap insana George Orwell'in adını bir kaç kez sesli söyletir. Adam 1984 ile vurmuş Hayvan Çiftliği ile öldürmüş (tersi de olabilir). Bakmayın siz Goodreads puanının düşük olduğuna. 
Konusu : 
Bir hayvan çiftliğinde geçmektedir ve baş rolde hayvanlar oynamaktadır. Hayvanlar ayaklanarak çiftliğin sahibi olan "insanları" çiftlikten uzaklaştırırlar. İnsana ait olan tüm davranışlar, giysiler, yatak bile onlar için kötüdür. Sadece kendileri için çalışacak, kimseye hesap vermeden özgür bir şekilde yaşayacaklardır. Ancak durum hiç de düşündükleri gibi olmaz. Çünkü;
"Bütün Hayvanlar Eşittir; Ama Bazıları Daha Eşittir"

Orwell'in bu kitapta Napoleon adını verdiği domuz Stalin'i açık seçik olmasa bile çağrıştırmıştır. Sunuş bölümünde kitabı dilimize çeviren Celal Üster'in anlatım tarzıyla Hayvan Çiftliği kitabında Orwell'in yaptığı küçük değişiklikten bahsetmek istiyorum.

"Paris'te bulunan Orwell, orada Josef Çapski adında bir Rus'la tanışır. Çapski, ülkesinde yaşadığı onca acıya ve sovyet yönetimine karşı olmasına rağmen Rusya'yı Alman boyunduruğundan Stalin'in kişiliğinin ve büyüklüğünün kurtardığını söyler. Çapski : 'Almanlar, Moskova'yı ele geçirmek üzereyken Stalin kentte kaldı. Moskova'yı onun gözü pekliği kurtardı.'
Hayvan Çiftliği'nde Stalin'i çağrıştıran Napoleon adlı domuzu yerden yere vuran Orwell, Çapski'nin açıklamalarını dinledikten sonra bir değişiklik yapmaya karar verir ve kısa bir süre önce kitabını teslim ettiği yayıncısını arar. Hayvanların Bay Jones'u devirerek devrim yaptıkları çiftlik, kitabın sekizinci bölümde insanların saldırısına uğramış, bu saldırı karşısında hayvanlar korkuya kapılmıştır. 

 "Güvercinler uçuştular, Napoleon da dahil bütün hayvanlar kendilerini karın üstü yere yatıp yüzlerini kapadılar..." 

Orwell, Çapski'nin söyledikleri ışığında bu tümceyi şöyle değiştirdi.

 "Güvercinler havaya uçuştular, Napoleon dışında bütün hayvanlar kendilerini karın üstü yere atıp yüzlerini kapattılar.." 
Orwell bu "küçük" değişikliği bir mektubunda şöyle açıklayacaktır: "Böylelikle, Alman saldırısı sırasında Moskova'dan ayrılmayan Stalin'e haksızlık etmemiş oldum.."

Kitabın en acıklı bölümü sanırım Boxer'a olanlar.. Yine Celal Üstüner'in yorumuyla aktarmak istiyorum :
"Kendi yazgısını elinde tutamayan, kendini yönetenleri sorgulamayı aklından bile geçiremeyen araba beygiri Boxer, kendi kuvvetlerinden haberdar olmayan yavruların en çarpıcı örneğidir. 'Daha erken kalkacağım, daha çok çalışacağım. Napoleon her zaman haklıdır!' demekten asla vazgeçmez. Ama sonunda hastalanıp ıskartaya çıkarıldığında at kasabını boylamaktan kurtulamaz. Kendisini ölüme taşıyan arabanın içinde, kapıya attığı umarsız çifteler, tüm hayvanların yitip giden umutlarını da yankılandırır. Özgürlüklerini savunamayanların ödedikleri bedel ağırdır. Özgürlük, değerli olduğu ölçüde kırılgandır da.."

Tanrıların Arabaları 




Kitap insanların lisede okuduğu türden kabul. Ben kitabı okumaya yeni fırsat bulabildim. ( Fırsat bulmak ne demekse) Açıkçası bilim kurgu - evren- uzay manyağı biri olduğum için ilk sayfalarda biraz kapıldım. Abartmayayım ilk 10 sayfa. Artık çevirmenin saldırganlığı mı, yoksa yazarın gerçek üslubu mu bilemedim, çok içine çekip alamadı beni. Çok fazla bilgi var ve dikte eder gibi, kötü malı satmaya çalışan satıcının çok ve hızlı hızlı konuşması gibi ilerliyor kitap. Zaten daha sonra biraz araştırma yapınca yazar da biraz abarttığını(!) kabul etmiş. Kitaptan bir kaç yeri işaretledim ama henüz araştırmadım, ne yalan söylim arkeolojiye çok fazla ilgim yok. Kitap güzel neden güzel çünkü sizi araştırmaya itiyor. Ahtapotun kolları gibi, hafif ilginiz varsa bu tip konulara, araştırdıkça içine girer, ilerler, bilgi sahibi olursunuz. Ama ben belgelere, kişilere, araştırmalara çok inanan biri değilim. Şimdi Danikenn fantastik eser yazarımızın notlarından bir kaçına bakalım :

1 - Yazarın ana fikri şu: Bilimin uzaya açılmak için harcadığı enerjiyi, kaynakları dünyada bulunan eserler, keşfedilmemiş yerler, sırlar üzerine harcansın istiyor. Çünkü yazar geçmiş zamanda bizden daha üstün varlıkların dünyayı ziyaret ettiğini, bazı miraslar bıraktığını belgelerle açıklamaya çalışıyor. Kısaca kitap tamamen uzaylıların var olduğunu kanıtlamak yerine, onların zaten aramızda olduğuna, bizi ara ara ziyaret ettiğine, geçmiş zamanlarda ise daha aktif olarak dünyada çalışmalar yaptıklarını söylüyor. Tamamen deli saçması diyemem. Neden olmasın ?

2 - Yazar günümüze kadar bir çok kaynağın yok edildiğinden bahsediyor. Örneğin : Güney Amerika'da antik zamanlarda bulunduğu rivayet olunan ve bilgeliği anlatan bir kitap 63. İnka Kralı Pachacuti tarafından yok edilmiştir. İskenderiye kitaplığında büyük bilgin Ptolemaios'a ait ve insanlığın tüm geleneklerinin yazıldığı 500.000 cildin bir kısmı Romalılar tarafından kalanı ise yüzyıllar sonra Halife Ömer tarafından yok edilmiştir. Bunun gibi yok edilen bir çok kütüphaneden bahsediyor.

 3 - Tevrat ile Gılgamış Destanı'nı birbirine çok benzetiyor. 

4 - Gelecek kuşaklara zaman kapsülleri içinde aydınlatıcı bilgi sunma düşüncesi Westinghouse Electric firmasında çalışan bir grup mühendis tarafından ortaya atılmıştı. Anahtar kitaptaki şifreleri bulan ise John Harrington'du. Bu adamlar deli mi, hayalperest mi?

5 - Danikenn dünyanın bir kaç kez felaketle sona erip tekrar baştan başladığına inanıyor.

6 - Kitabın 100 ve 101. sayfası arkadaşımın bir postunu hatırlattı bana :

"Fizikçi ve gök bilimci Robert C.W. Ettinger, 1965 yılında yayınladığı Ölümsüzlük Umudu adlı eserinde insan bedenindeki hücrelerin tıbbi ve biyolojik olarak bir kaç milyar kere yavaşlatılabileceği, bir çeşit donma yönteminden bahsediyor. Dünyadaki büyük tıp merkezlerinde gerektiğinde kullanılmak üzere çıkarılmak için insan kemiklerinin dondurularak saklandığı kemik bankaları bulunuyor. Ayrıca dünyanın pek çok yerinde taze kan -196C 'de muhafaza edilebiliyor. "

Danikenn burada Firavun'un mumyalama işlemlerini, sonradan dirilişe inanmasını vs vs sorguluyor. Bunu onlara uzaylıların tüyo verdiğinden bahsediyor. Tamam burası gerçekten saçma olmuş. İnsanların dondurulması ve yıllar sonra tekrar diriltilmesi üzerine arkadaşın şu postunu buraya bırakıyorum :



Not : Kitabın 65.sayfasında adam kurgu yazdığını itiraf etmiş zaten : 

"Elbette bu varsayımımızda pek çok boşluk var. Kanıtlarımız eksik olsa da gelecekte bu boşlukların bazılarının dolacağına inanıyorum. Bu kitap bazı kurgulardan oluşan varsayımları anlatıyor ve varsayımlar doğru çıkacak diye bir kural yok."

Dağılın Şimdi.

Akıl Oyunları 




Her ne kadar görsel olarak bir film karesi kullanmış olsam da filme hiç değinmeyi düşünmüyorum çünkü unuttum :) Evet, detayları unuttum. Sadece kitabı elimde gören bir kaç arkadaşın yorumunu aktarayım: 
-"Kitabı çok güzel ama filmini hiç beğenmedim, alakası yok."

 Zaten kitabından daha iyi perdeye aktarılmış kaç eser vardır ki ? 

Gölge Oyunu


Burada çok tatlı bir durum var. Yazarlar toplanıp Bradbury anısına kendileri için büyük anlam taşıyan kısa hikayelerini(ki bu hikayelerin nasıl oluştuğuna dair de anlatımları var) bir ciltte toplamışlar. Kitabı sipariş ederken  açıkçası bundan haberim yoktu. Sonra biraz araştırınca anladım işin aslını ve cahilliğimden utandım. Fahrenheit 451'i duyuyordum, bilim kurgu listelerinde sürekli karşılaşıyordum aslında. Yazarın her hangi bir kitabını okumadan, adama hayranları tarafından ithaf edilmiş kitabı okudum, bu da garip oldu cidden. Ray Bradbury'nin ölmeden önce kitabın giriş sayfası için yazdığı yazı ise ağlatacak cinsten. Şöyle başlar o yazı : 

"Sanırım sizleri neden aile toplantısına çağırdığımı merak ediyorsunuz. İzin verin açıklayayım.."

Kitabın sonunda kitaba katkıda bulunan yazarlardan "yeterli derecede" bahsetmiş . Burda "yeterli" den kastım şu ki: Hemen google'a yazarın adını yazıp eserlerine bakma ihtiyacı hissediyorsunuz. Zaten bir Neil Gaiman ve Harlan Ellison falan var ki daha ne olsun. Ben postu yazarken kendimi durduramayarak bu yazarlar hakkında kısa kısa bilgi vermek istiyorum(zaman buldukça - ama en iyisi siz beni beklemeyin ve kitabı alıp okumadan önce direk yazarları araştırın):

Kitabı okuyanlar beğendikleri, etkilendikleri hikayeden bahsetmiş bende öyle yapayım. Çünkü çok özetlenecek bir tarafı yok zaten. Ben aslında kısa hikayelerden çok etkilenen biri değilim. Hikayenin sinir bozucu olması gerekli ya da beyni  alışılmadık bir duruma sokmalı.  Bu hikayelerin arasında var bir iki tane sinir bozucu ve güzel olan.



Franz Kafka - Dava



Kafka'nın Metamorphosis kitabından sonra ne yazık ki hiç bir kitabı için çok süslü cümleler kuramıyorum. Hoş, o kitap hakkında tek kelime bile edememiştim.

Kitabın konusundan bahsedelim : 

Josef K. karakterimiz kahvaltısını beklerken odasına tanımadığı birisi girer ve kahramanımıza tutuklu olduğunu söyler. Suçunun ne olduğunu öğrenmek istese de gelen adamlar kendilerinin bunu söyleme yetkisine sahip olmadığını söyler.  Kapının dışında bekleyen adamların kendisinin iş arkadaşı olduğunu ve bankaya kadar eşlik edeceklerini öğrenir. Josef K. tutukludur ancak normal hayatına devam edebilecektir.

Kitap boyunca Josef K.'nın suçunu öğrenme çabası, mahkemeyi araması, avukat tutma girişimini, suçsuz olduğunu ispatlamaya çalışmasını okuruz. Ancak sanki uzun süreli bir şaka gibi ve herkes sözleşmiş gibi her yol bilinmezliğe, basitleştirilmiş iş tanımına çıkmaktadır.  Açıkçası kitabı okurken ilerleyen sayfalarda Josef'in işlemiş olduğu ama farketmediği bir suç ortaya çıkacak diye bekledim. Yani ben bir suçun varlığına inandım. Kitap bitince içine düştüğüm ruh halini hayal edebiliyorsunuzdur sanırım.  Kitapta beni etkileyen hikayeyi paylaşayım :

1 - Rahibin Josef'i Hukuk Sistemi konusunda yanıldığını kanıtlamak adına anlattığı hikaye
"Yasa Kapısı" :

(Bu hikayeyi okurken aklınızda kaç değişik düşünce patlaması yaşarsınız bilmiyorum ama açıkçası ben kendimi bu tip yasa, hukuk, devlet geçen olayların göbeğinde bulmak istemiyorum, düşünmek bile artık vücuduma ve aklıma zarar, bunu biliyorum. Sonuçta Türkiye'de yaşıyoruz, ülkeyi geçtim dünyada yaşıyoruz.)

Hikaye :
"Yasa önünde nöbet tutan bir bekçi vardır. Taşralı bir adam bir gün ona gelip yasaya girme izni ister. Ancak bekçi o anda ona izin veremeyeceğini söyler. Adam düşünür ve daha sonra girip giremeyeceğini sorar. "Belki" der bekçi, "ama şimdi olmaz". Taşralı kapıdan içeri bakmaya çalışır ve bekçi güler : 'Madem ki girmeyi bu kadar çok istiyorsun hadi beni geç de gir bakalım. Ama bil ki ben güçlüyüm ve diğer kapılarda benden çok daha güçlüleri var.' Taşralı adam bu kadar zorluk çıkacağını tahmin edememiştir. Yasaların her zaman herkese açık olduğunu düşünmüştür. Ancak amacından vazgeçmemiştir ve bekçi onu içeri alana kadar kapıda beklemeye karar verir. Adam yıllarca bekler. Adam artık ölüme yaklaşmıştır ve son kez bekçiye bir soru sorar : 'Herkes yasayı öğrenmek istediği halde nasıl oluyor da uzun süredir benden başka hiç kimse içeri girmek istemedi?' Bekçi, adamın hayata veda etmek üzere olduğunu görür ve artık adam duymakta zorlandığı için kulağına eğilerek bağırmak zorunda kalır : 'Bu kapıdan girme hakkı yalnız sana tanınmıştı. Bu giriş sırf senin için yapılmıştı. Ben artık gidiyorum, kapıyı da kapatıyorum.'

Hikaye Sonunda Josef K. ile Rahip arasında geçen konuşmadan iki cümle : 

"Demek bekçi adamı kandırmış." dedi Josef hemen.
"Yargılamak için acele etme." dedi rahip. "Yabancıların fikirlerini düşünmeden benimseme."

Bu hikayenin devamındaki rahip ile Josef K.'nın konuşması gerçekten enfes. Tüm konuşmayı, fikir çatışmasını benimseyebilmek için kitabı okumalısınız. İşin sonunda bekçinin kandırılmış olmasına ihtimal verebiliyor musunuz?

Kitabın sonunda Josef K.'ya ne olduğunu söylemek istemiyorum. Spoiler alarm vermeye gerek kalmasın. Benden bu kadar. Aslında neler neler konuşulur bu kitap üzerine, böyle public bir ortamda değil tabi ki, belki bir gün bir yerde karşılaşır, eleştiririz kitabı sizinle..


Franz Kafka - Metamorphosis

Bu kitap ile ilgili herhangi bir yorumda bulunmayı, yorumda bulunulan ortamda olmayı, düşünmeyi bile reddediyorum. Tüm içtenliğimle söylüyorum ki bu kitap beni mezara diri diri sokar. Bazı şeyler çözümsüz kalmalı, konuşulmamalı, öylece durmalı ve unutulmalı..




Fight Club - Chuck Palahniukan

Kovulmak; herhangi birimizin başına gelebilecek en güzel şey olurdu. Böylece havanda su dövmekten kurtulur ve hayatlarımızla bir şey yapardık.



Geçen gün bir arkadaşla telefonda konuşurken ona laf arasında 'Fight Club okuyorum' demiştim. Arkadaşımın tepkisi 'Aa, onun kitabı da mı var?' olmuştu. Bir çoğumuz Edward Norton'a bayıla bayıla izlemiş olduğumuz filmden tanıyoruz  bu eseri. Filmde artık nasıl bir isyan moduna girdiyseniz kitap bu duygunuzu dörde katlayabilir. Yeraltı edebiyatının asi, isyankar, hayalperest dünyasında bu eser inci tanesidir bana göre.


Konusu : 
Uykusuzluk problemi çeken karakterimizin topluma sürekli bir şeyler dayatan kapitalist topluma olan öfkesi ve ağzı bozuk isyanı. Alter egosunun etkisinde kalarak kendisine Tyler Durden adında zincirlerini kırmasını sağlayacak olan bir arkadaş yaratır. 

Kitaptan altını çizdiklerim :

1 - İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın insanı öldüren de hep sevdiğidir.
Ağzınızda bir silah varken ve silahın namlusu dişleriniz arasındayken ancak sesli harflerle konuşabilirsiniz.

2- Hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır.

3 - Dövüş kulübünün ilk kuralı dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.
Dövüş kulübünün ikinci kuralı dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.
Dövüş kulübünün üçüncü kuralı; birisi dur derse ya da hareketsiz kalırsa, o kişi numara bile yapıyor olsa dövüş bitmiştir.
Her dövüşte sadece iki kişi çarpışır. Aynı anda birden fazla dövüş olmaz. Dövüşten önce gömlekler ve pabuçlar çıkarılır.

Dövüş kulübünde geçen bir geceden sonra gerçek dünyadaki her şeyin ses ayarı kısılmış gibi olur. Hiçbir şey sizi kızdıramaz.

4 - Bazen bir şey yapar belanızı bulursunuz, bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur.

5 - Babam hep derdi ki; "Seks sıkıcı olmaya başlamadan evlen, yoksa hiç evlenemezsin." Annemse şöyle derdi: "Asla naylon fermuarlı bir şey satın alma."
Benim annemle babam bir yastığın üstüne işlemek isteyeceğiniz bir şey söylememiştir hiç.
6 - Daha dibe vurmadan çözülürsen asla sonuna kadar götüremezsin.
7 - Şuanda durduğun yerden dibe vurmanın nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemezsin.
8 - Markette yüzde yüz geri dönüştürülmüş tuvalet kağıdı satıyorlar. Dünyanın en korkunç işi tuvalet kağıdını geri dönüştürmek olsa gerek.
9 - Tıbbi atık alanı.. İnsana dibe vurmayı çağrıştırıyor.
10 - Bir insanı yıldırım çarptığında kafası tüten bir beysbol topuna döner ve fermuarı kendi kendine lehimlenir.
11 - Şuanda Marilyn Monroe sağ olsaydı sence ne yapıyor olurdu?
- Tabutunun kapağını tırmalıyor olurdu.
12 - Bilmeniz gereken şu ki; Marla hala hayatta. Marla'nın hayat felsefesi bana söylediğine göre ölmeye her an hazır oluşu. Marla'nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.
13 - Marla'nın kalbi benim suratıma benziyordu. Dünyanın pislikleri, süprüntüleri. Kimsenin geri dönüştürme zahmetine katlanmayacağı kullanılmış kıç bezleri.
14 - Yirmi dört yaşındayken ne kadar hızlı düşebileceğin konusunda hiçbir fikrin yoktur ama ben hızlı öğreniyordum.
15- Tyler'ın hep söylediği gibi hissediyordum kendimi; tarihin süprüntü ve kölelerinden biri olarak. Hayatta hiçbir zaman sahip olamayacağım bütün güzellikleri yıkıp yok etmek istiyordum. Amazon yağmur ormanlarını yakmak istiyordum. Uzaya klorofluorokarbon gazları pompalayıp ozon tabakasında koca koca delikler açmak istiyordum. Dev tankerlerin boşaltma vanalarını açmak açık denizlerdeki petrol kuyularının kapaklarını kaldırmak istiyordum. Yemeye paramın yetmediği bütün balıkları öldürmek asla göremeyeceğim Fransız kumsallarını kirletmek istiyordum.
16 - O çocuğu yumruklarken aslında yapmak istediğim sikişmeyerek türünü tükenmeye mahkum eden her pandanın ve pes edip kendini karaya atan her balinanın her yunusun alnının ortasına bir kurşun sıkmaktı. 

18 Ocak 2015 Pazar

Yeni iş yeri, yeni insanlar

Değişiklik iyidir. Geçen hafta bir arkadaşla muhabbet ederken bana  projelerinden belli bir süre sonra sıkıldığını ve sonunu getirmekte zorlandığını söyledi. Projeler de öyle basit projeler değil hani, gayet planlama, zaman, emek gerektiren, çok iyi fikirler üzerine kurulmuş çalışmalar. Neden sıkıldığına dair şöyle bir düşünce öne sürdüm: Bu projeler bilgisayar başında yapılıyor ve haliyle çalışma esnasında extra bir sürü iş yapıyor (müzik dinlemek, klip seyretmek, hataların çözümlerini aramak, pornografi, efendime söylim komik, ilginç video izlemek, herhangi bir post altındaki yorumları sırasıyla okumak, stalkerlık vs.) Beyin yoruluyor doğal olarak ancak bütün saatler boyunca hatta bilgisayar başında olmadığı zamanlarda bile kafasında dönüp duran düşünce şu: Ben şuan proje yapıyorum. Sürekli aynı işle meşgul olduğunu düşündüğü için bir süre sonra artık inanılmaz bir baskı hissetmeye başlıyor ve tabi ki sıkıntıdan patlama derecesine geliyor. Çünkü artık beyin başka bir işle meşgul olmak, daha doğrusu sürekli içeride dönüp duran mesajı değiştirmek istiyor.

Arkadaşıma tavsiyem şu oldu: "Günde 4-5 saat projenle ilgilen. Projen üzerinde çalışmadığın zaman onu düşünme, beynine günde belli bir saat- süreyle proje üzerinde çalıştığını diğer kalan 20 saati tamamen başka işlerle geçirdiğinin mesajını ver" dedim. "Mantıklı, bunu deneyeceğim mutlaka" dedi.

Beynimizin dilinden anlamalıyız. Şimdi gelelim benimkine. Geçtiğimiz 2 sene boyunca işler çok da istediğim gibi gitmedi. Aslında durumun bu kadar kötü hal almasında benim olayların karşısındaki duruşumun etkisi büyüktü. Ebeveynlerden şöyle bir isteğim olacak: Çocuğunuza kötü olaylar, durumlar karşısında dik durabilmeyi, güçlü olmayı öğretmelisiniz. Biriktirmemeli sorunları, baş edebilmeli, arka plana atmamalı, bazen köküne inebilmeli ama bunu yaparken gereken desteği ailesinde bulabilmeli, yoksa zor, bir şeyler çok zor.

Sosyal mesajımızı da verdiğimize göre devam edelim. 2 sene sonra artık bir şeylerin normale dönmesi gerektiğini idrak edince bazı değişikliklerin de beraberinde gelmesi gerektiğini anladım. Çünkü Ada artık gerçekten köklü değişiklikler istiyordu. Ben de ilk olarak iş yerimi, işe gidiş yolumu değiştirdim. 2 hafta içinde evimi de değiştirip tamamen farklı bir mevkiye taşınacağım. Okuldaki ilk 4 haftadan sonra şunu söyleyebilirim ki: İyi ki yapmışım, Aferin!

Okulda neler yaptım ?

Malum Bilişim Teknolojileri öğretmeni olduğum için okulun bütün bilgisayarları, projeksiyonları, yazıcı, tarayıcı vs bende. Aslında yapmak gibi bir zorunluluğum yok ancak insanların işleri yarım kalmasın, günleri zor geçmesin, elime mi yapışacak diyerek, bakıp sorunu gideriyorum. Öncelikle bilişim teknolojileri sınıfında sağlam bir temizlik yapmam gerekti. 7 senelik meslek hayatımda öğrendiğim bir şey varsa o da hizmetlilerden çok fazla performans beklememek gerektiğidir. Ama bu okuldaki hizmetli arkadaşların hakkını yemek istemiyorum, her konuda destek olmaya çalışıyorlar. Temizliğe başladık :

Herşeyi büyük boy alma huyumdan da vazgeçmeliyim artık :( Eldivenin small, medium numarası varken sen git large al. Sınıfı temizledikten sonra sıra bilgisayarlara geldi. Bilgisayarların donanım cd'leri olmadığı için DriverPack Solution programı ile sürücüleri yüklemeye çalıştım. 



Ancak ethernet kartını bulamadı ve yükleyemedi. Ben de CPU-Z diye bir programla anakartın modelini öğrenerek nette ethernet kartının sürücüsünü arattım ve bulup, yükledim.

Öğretmen - öğrenci bilgisayarlar arasındaki iletişimi sağlamak, bilgisayarları kontrol edebilmek için açık kaynak kodlu şu programı kurdum : iTALC  Ancak kurulumdan sonra hemen çözemediğim bir durum oldu. Management Console'dan  gerekli ayarları yaptıktan sonra bilgisayarları görmek için programı çalıştırdığımda bana şifre ve kullanıcı adı soruyordu ancak ben böyle bir tanımlama yapmamıştım. Meğer bilgisayar user hesaplarında kullanılan parolayı istiyormuş yani programı kullanmak için bilgisayarınıza bir şifre koymak durumundasınız.


Sınıftaki pclerle uğraşırken hocanın bir tanesi monitorde titreme olduğunu söylemişti. Ben önce titremenin monitorün kendisinden dolayı olduğunu düşündüm ve monitörü değiştirdim ancak sorun monitör değildi. Projeksiyona bağlanmak için kullanılan video çoklayıcı denen şu cihazdan dolayı titreme oluyormuş. Bu cihazı değiştirince titreme de düzeldi. Sonra merak ettim, cihazı başka bir bilgisayar ve projeksiyonla da denedim yine aynı titremeye sebep oldu. Donanım konusunda sorunu çözebilmek için önce hangi parçada sorun olduğunu bulmak gerekiyor. Bunun için de denemek, test etmek şart.

Sınıflardaki projeksiyonların lamba ömürlerinin ne kadarını kullandıklarına tek tek baktım. Çünkü artık kendilerine bile ışık veremeyen konuma gelmiş olanlar vardı.

Okulda 30 bilgisayarın olduğu bir sınıfım var. Bilgisayarların durumu çok kötü değil. Sonuçta yüksek işlemci, ekran kartı isteyen tasarım yapmayacağız ya da oyun oynamayacağız. Oyun oynamaya zamanımız kalmıyor zaten. Müfredat oldukça yoğun. Ancak müfredatla birlikte öğrencilerin öğrenmesini istediğim belli başlı durumlar var :

1-  Kendilerine güvenmeleri, hiç kimsenin kendilerinden daha olağanüstü özelliklere sahip olmadığına inanmaları.

2 - Birisinin gelip onlara bir şeyler öğretmesini beklemeden herhangi bir konuyu kendileri merak edip, üzerinde emek harcayarak öğrenmeye çalışmaları hatta bir süre sonra bu konuda "ileri" seviyeye gelebilmeleri.

3 - Kendilerine özel hobi ve ilgi alanları oluşturmaları. Mümkünse bunu kazanca dönüştürme olanağı olacak şekilde kontrol edebilmeleri.

4 - Bilgisayar Programcılığı ile hayatlarının belli bir döneminde ilgilenmelerinin onlara neler katabileceğini bilmeleri.

17 Ocak 2015 Cumartesi

Hobbit - Beklenmeyen Yolculuk


Tolkien hayranları, eserlerinin en verimli sırada okunması konusunda fikir ayrılığına düştüğü için Hobbit kitabını da Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden sonra okudum, film sıralamasına göre. Ama bence sıralama Silmiralion, Hobbit, Yüzüklerin Efendisi şeklinde olmalı..
Hikayemiz cücelerin ejderha Smaug'den hazinelerini geri almak istemesi üzerine ve bunun için Gandalf'ın önermiş olduğu Bilbo Baggins'i hırsız olarak ikna etmeleri ile başlayacaktır.


Kitap Bilbo Baggins'i tanıtarak,  ardından davetli olan Gandalf ve davetsiz olan 13 cücenin ziyaretini anlatarak başlıyor. Kitaptaki Bilbo filmdekinden biraz daha rahat ayrıca cücelerin yolculuğuna çıkmaya daha istekli. Kitapta Bilbo cücelerle birlikte bu yolculuğa çıkıyor.
 Filmde Bilbo Baggins ilk etapta Gandalf ve cücelerle birlikte yolculuğa çıkmayı kabul etmiyor. Sabah uyandığı zaman herkesin gittiğini ve evi tertemiz, düzenli bir şekilde bıraktıklarını görüyor. Bir de gözüne yolculuğa çıktığı takdirde tüm sorumluluğun kendisine ait olduğuna dair imza atması gereken kağıt ilişiyor. Bilbo cücelerin peşinden giderek onlara yetişiyor. 

Trollerle Karşılaşma


İlk karşılaştıkları engel Troller.. Filmde trollerin atlarını çaldığını farkediyorlar ve hobbiti  sessizce atları geri alması için onların yanına gönderirler, kitapta at çalmak falan yok.
 Ancak hobbit trollerden William'a yakalanınca diğerleri de ortaya çıkıyor ve hepsi de troller tarafından yenmek için bağlanıyor. Bu durumdan onları güneş ışığı kurtarıyor çünkü troller gün ağarırken yer altına inmez ve güneş ışığına maruz kalırlarsa taşa dönüşüyor. Ben bu sahnenin filmdeki halini daha çok sevdim. ( Kitapta Bilbo'nun canı  yanıyor)



Ayrıkvadi'de Kısa bir Dinlenme

Kitapta  Elrond'u Ayrıkvadi'de ziyaret ediyorlar. Orda kısa bir dinlenişin ardından tekrar yola koyulurlar.

Yüce Goblin'in öldürülmesi

Cüceler, Bilbo ve Gandalf tekrar yola çıkar  ve bir mağarada goblinler tarafından yakalanırlar. Sadece Gandalf kaçabilmiştir. Ulu Goblin Thorin'e kim olduklarını, goblin mağarasında ne aradıklarını sorar. Thorin'in kılıcını görünce hemen kılıcı tanır ve dehşete kapılır çünkü bu Gondolin Elflerinin goblinleri tepede yüzlerce goblinin canını alan kılıçtır. Goblinler tam cüceleri parçalamak üzereyken Gandalf onları kurtarır. Goblinlerden uzaklaşırken Bilbo, Dori'nin omuzlarından düşer ve yuvarlanır.


Bilbo Baggins'in Tek Yüzüğü Alması

Kitabın bu bölümü LOTR serisinin temelini oluşturan hikayeyi anlatıyor diyebiliriz. Bilbo Baggins Gollum denen yaratıktan tek yüzüğü alır, ondan kurtulur ve cüce arkadaşlarına tekrar kavuşur.

Beorn ile Karşılaşma ve Kuytuormana Hazırlık




Kartalların Lord'unun yanından ayrıldıktan sonra Gandalf ekibi Beorn'un yanına götürür. Beorn bir deri değiştiricidir. Ancak Beorn'u sinirlendirmemek için cüceleri çifter çifter karşısına çıkartır. Gandlf Beorn'dan tavsiye ve yol için takviye ister.  Beorn misafirleriyle ilgilendikten sonra onları yolcu eder ve burada Gandalf ve cücelerin yolları ayrılır. Cüceler bu duruma oldukça kızar.

Sinekler ve Örümcekler 

Gandalf'tan ayrıldıktan sonra kuytuormana  dalan cüceler ve Hobbit örümcek ağlarını görerek, karanlık yolda Goblin tünellerinden bile daha fazla nefret ederek yürüdüler. Orman hiç bitmeyecek gibiydi. Ormanın derinliklerinde ışıldayan, şarkı söyleyen, dans eden perilerle  kendilerine yiyecek vermeleri umuduyla konuşmaya çalıştılar ancak her defasında periler kayboldu. Cüceler örümceklere yakalanırken Hobbit örümceğin bir tanesini kendisi öldürerek kendisine olan güveni tavan yapar ve diğer cüceleri de kurtarır. Örümceklerden kurtulup kendi yollarına doğru ilerlemeye başladıklarında Bilbo onlara yüzükten bahseder. Bu kadar zamandır nasıl bir anda ortadan yok olduğunu anlatır. Cüceler hobbite daha fazla saygı duymaya başlar ve Gandalf'ı içten içe takdir ederler.
Ancak bu sırada Thorin'in yanlarında olmadığını farkederler ve bu onlara göre korkunçtur.
Thorin Orman Elflerine yakalanmıştır.  Orman Elfleri iyi kimselerdir çünkü elftirler nihayetinde. Ancak tek kusurları yabancılara güvenmemeleridir. Thorin'i Kuytuormandaki elf sarayına götürürler. Elf kralı hazinesini, tutsaklarını koyduğu zindanları bu sarayda bulundurur. Elf Kralı Thorin'i sorguya çeker ancak Thorin neden cücelerle birlikte bu yolculuğa çıktığını  anlatamadığı için zindana atılır. Ancak elfler goblinler gibi kaba saba olmadığı için bir dereceye kadar tutsaklarına gereken iyi muameleyi gösterir.

Zincirden Boşanmış Variller

Thorin zindana atılırken Orman Elfleri cüceleri de esir alır ancak Bilbo yüzüğünü taktığı için o farkedilmez.
Cüceler çok kötü bir halde oldukları için nerdeyse bu duruma memnun olacaklardır.

 Bilbo Baggins bir gün etrafı kolaçan ederken çok ilginç bir şeyle karşılaştı. Büyük kapılar mağaraların yegane girişi değildi. Sarayın en alt bölümlerinin altında bir dere akıyor ve bu dere Orman Nehri'yle birleşiyor. Elfler şaraba çok meraklı oldukları için bu dere yolundan fıçılarla şarap getirtirler. Bilbo bir süre bu orman kapısını düşündü ve kaçış için ümitsizce bir plan yaptı. Daha sonra muhafızların boş bulunduğu bir anı kollayarak tüm arkadaşlarını zindanlardan çıkardı. Bilbo arkadaşlarına "fıçı planı" nı anlattı ancak cüceler fıçıların içine girmek istemedikleri için "bu nasıl plan" diyerek homurdandılar. Tabi başka çareleri olmadığı için Bilbo onları tek tek fıçılara yerleştirdi ve kendisi de bir tanesine tutunarak akıntı boyunca ilerlediler.

Sıcak Bir Karşılama 

Fıçılardan oluşan sal görünürde belirir belirmez kasabanın kazıkları arasında kürekli kayıklar yaklaştı, ipler atıldı ve sal Orman Nehrinin akıntısından kurtarılıp Göl Kasabasının küçük koyuna çekilmişti. Elfler ve kayıkçılar gittikten sonra Bilbo fıçıları keserek arkadaşlarını çıkardı. Gerçekten bitmiş, perişan haldelerdi ama en azından hepsi hayattaydı.
Göl Kasabasına giderek Göl İnsanlarının Efendisinin karşısına çıkar ve başından geçenleri özellikle de Orman Elflerinin kendilerini haksız şekilde alıkoyduklarından bahseder. Burda iyi ağırlanırlar ve tekrar yola çıkarken Göl Efendisi şunu söyler : "Ey Thror oğlu, Thrain oğlu Thorin, mirasına sahip çıkman gerek, eskilerden bahsedilen zaman geldi çattı, elimizden gelen yardımı yapmaya hazırız ve krallığını yeniden kazandığında minnettar kalacağına güveniyoruz."

Kapı eşiğinde - İçeriden Bilgiler

İki günlük yolculuğun ardından Uzun Göl'ü uzunlamasına aştılar ve Akan Nehir'e geçtiler. Artık önlerinde kasvetle yükselen Yalnız Dağ'ı görebiliyorlardı. Kasaba halkından hiç kimse cücelerin yanında kalmadı çünkü ejderha korku salıyordu. Uzun süren aramalar sonunda gizli geçiti buldular ve Thorin haritayla birlikte gelen anahtarı boynundan çıkararak geçidin kapısına taktı ve açmayı başardı. Şimdi önlerinde uzun ve karanlık bir geçit vardı.

Gizli geçitten geçme işi tabiki Hobbite kalır. Hobbit Smaug'un yanına kadar gider ve onu uyurken görür, ses çıkarmaz. Sadece bir tane kase alır ve cücelerin yanına geri döner. Smaug bu duruma gerçekten çok kızar. Smaug midillileri, erzakları hepsini talan etmiştir. Cüceler kara kara düşünürken Hobbit yüzüğünü kullanarak ejderhanın yanına gidip, onun zayıf noktasını bulmayı düşünür. Bilbo Smaug'un yanına tekrar gider ancak bu sefer Smaug uyanıktır ve aralarında bir konuşma geçer.
Smaug cücelere Göl insanlarının yardım ettiğini bilir ve bu duruma öfkelenir. Smaug cücelerin paragöz ve düşüncesiz oldukları konusunda Bilbo'nun kafasını karıştırmayı başarır. Bilbo tünelden çıkar.
Smaug Göl insanlarından intikam almak için sessizce yuvasından uçar.

Ateş ve Su

Bu bölümde Smaug ile Göl Kasabası Esgaroth insanlarının karşılaşması var tabi ki bundan cücelerin daha sonra haberi olacaktır. Smaug kasabanın üzerine öfkesini kustu, insanlar nereye kaçacağını şaşırdı. Kasaba halkı şimdiden cücelere lanet okudu. Ejderhanın niyeti insanların açlıktan ölmesi ya da onları avlamaktı, acımasızdı. Ancak yüzbaşı Bard okunu tam fırlatmak üzereyken ardıç kuşu gelip ona ejderhanın sol göğsünün oyuğuna oku atmasını söyledi. Bard hedefine tam isabet ederek Smaug'u öldürdü. Göl şehri evleri ise yerle bir olur.

Bulutların Toplanması ve Yalnız Dağ'da Krallığın Tekrar Kuruluşu

Ardıçkuşu cücelere Smaug'un öldüğünü ve kasaba halkının Thorin'e ve cücelere ait olan hazineye göz diktiğini haber verir. Ardıçkuşu ejderhayı okuyla vuran Bard'a güvenmeleri gerektiğinden bahseder. Bir süre sonra savaşa gider gibi silahlanmış göl insanları ve elfler Yalnız Dağ'a gelirler.
Thorin onlara seslenir : "Dağaltı'nın kralı, Thrain'in oğlu Thorin'in kapılarına savaşa gelir gibi gelen sizler kimlersiniz?"
Bunun karşılığında Bard çok etkileyici bir konuşma yaptı. Göl halkının onlara yardım etmelerinden, Smaug'u öldüren ve hazineyi kurtaranın kendisi olduğundan, şimdi bu kasaba halkının evlerinin talan olduğundan bahseder.
Thorin ise hazineden pay vermeyi aklına bile getirmez ve zamanı gelince iyiliklerinin karşılığını ödeyeceğini ama evlerin yıkılmasından sorumlu olmadığını söyler. Cüceleri sevmiyorum*
Thorin için hazinenin tamamı değerli ise de arkentaşına çok değer veriyordu ve cücelere onu aramasını söylüyordu. Bilbo arkentaşını bulmuştu ancak bunu cücelere bildirmemişti. Bilbo Baggins bu kuşatmanın, sonu gelmeyecek gibi görünen mücadeleyi sonlandırmak için kendi kafasından yaptığı planı uygulamaya koyuldu. Bir gece nöbeti sırasında yüzüğü takarak Elf Kralı ve Bard'ın huzuruna kadar çıkmayı başardı ve bu kuşatmayı sonlandırmaları için arkentaşını teklif etti. Bu Thron'in değerli arkentaşıydı.
Elf Kralı ve Bard Bilbo'dan çok etkilenmişti ve ona kendileriyle kalmasını rica ettiler ancak Bilbo dostlarını bırakamayacağını söyledi.
Bard ve Elf Kralı Thorin'in yanına giderek ona arkentaşını gösterdiler ve karşılığında belli bir miktar ödeme yapmasını istediler. Thorin arkentaşını onlara Bilbo'nun verdiğini öğrenince çok sinirlendi ve Bilbo'ya hakaret etmeye başladı.

Beş Ordular Savaşı

Dumanlı Dağlar'ın Ulu Goblin'in düşüşünden beri ırklarının cücelere duyduğu nefret alevlenerek gazaba dönüştü. Cüceleri takip ederek en sonunda onlara saldırmaya karar verdiler. Bir tarafta Goblinler ile yaban kurtları diğer tarafta elfler, insanlar ve cüceler vardı ve bu savaşa Beş Ordular Savaşı dendi.



Savaş devam ederken Kartalların efendisi Gwaihir savaşa dahil olur.. Ayrıca savaşa "Beorn da katılır ve Beorn'un, Bolg'u öldürmesiyle savaş biter...( Kartalları ilk gördüğünde Bilbo'nun kafasına bir taş düşer ve bayılır, uyandığında savaş bitmiştir..)
Dönüş Yolculuğu
Bilbo Baggins uyandığında savaşın bitmiş olduğunu, goblinlerin hepsinin öldüğünü görür. Savaşta yaralanmış olan Thorin'in yanına gider ve Thorin hobbitten özürdiler. Thorin  bu konuşmadan sonra ölür ve Bilbo Baggins saatlerce ağladı.












16 Ocak 2015 Cuma

Yüzüklerin Efendisi (The Lord of the Rings) - Yüzük Kardeşliği

John Ronald Reuel Tolkien kitaplarını okumaya başlayan biri olarak dünyanın ikiye  ayrılan bölümleri arasında yer değişikliği yapmış bulunuyorum. İlk sayfalarda zaten kaliteyi hissediyorsunuz.Filmleri LOTR(Yüzük Kardeşliği, İki Kule, Kralın Dönüşü) sıralamasıyla izlediğim için kitaplara da bodozlama bir giriş yaptım. Zaten nette biraz araştırınca verimli sıralama için her kafadan bir ses çıktığını gördüm. Yüzük Kardeşliği:

 Film dövülen değerli yüzüklerin kimlere verildiğinden bahsederek başlıyor. Yüzüklerde herbir ırka hükmetme gücü ve arzusu  verilmiştir  ancak tek bir yüzük var ki Sauron onu Mordor Diyarında Hüküm Dağ'ı alevlerinde kendi gaddarlığını ve kinini, tüm canlılara hükmetme iradesini bu yüzüğe aktarmak için dövdürdü.. Hepsine hükmedecek tek bir yüzük..Orta Dünya diyarları yüzüğün hükmü karşısında birer birer düşerken direnenler de vardı. Elfler ve insanlar Orta Dünyanın istiklali için harp ettiler. Bu savaşta Yüzük Kralı yere düşürdüğü anda Kralın oğlu Isildur kılıcı kaparak Sauron'un yüzüğü taktığı elini kesti ve Orta Dünya'nın hür milletlerinin düşmanı mağlup edilmişti. Yüzük Isildur'a geçmişti. Isildur'un yapması gereken tek şey bu şerden kurtulmaktı hem de sonsuza dek ancak insan ırkı çok kolay baştan çıkarılabiliyordu. Isildur yüzüğü nehre düşürdüğü anda orada öldürülmüştür. Yüzük daha sonra Gollum denen yaratığa (yüzüğü bulmadan önceki adı Smeagol, kardeşi Deagol'u boğmuştur)geçiyor ve onu tükettikten sonra hikayemizin sevimli kahramanı Shirelı Bilbo Baggins yani bir Hobbite geçiyor. Film daha sonra Frodo'nun yüzüğü almasıyla Sam, Pippin ve Merry ile yola çıkışını anlatıyor. İlk hedefleri Shire'dan uzaklaşmaktır. Daha sonra bir handa Yolgezer'e rastlıyorlar. Yolgezer de Yolgezer hani:) Daha sonra Frodo vuruluyor ve işte o anda güzeller güzeli Arwen çıkıp geliyor onu Elf diyarına götürüyor. Orada Boromir, Gimli, Gandalf, cüceler, elfler var ve yüzüğün yok edilmesi için Mordor Dağına götürülmesine karar veriyorlar. Yola çıkıyorlar.

Kitaba bakalım:
Kitabın ilk sayfasında Tolkien hayatından ve ölümünden sonra  "Silmarillion" eserinin oğlu tarafından yayına hazırlandığından bahsediyor. Forumlarda bu kitabın sıkıcılığından bahsediyor şöyle ki sürekli soylardan, Orta Dünyadan bahsettiği için bir süre sonra karakterleri takip edemiyorsunuz gibi.
Kitabın diğer sayfasında yüzüklerin kaç tanesinin kimlere verildiği yazıyor.
Yayıncının notunda çevirilerden bahsedilmiş ve tabi ki benim sevmediğim bir yöntemle isimler bile Türkçe'ye  çevrilmiş(bazıları dışında). Bunun yasaklanmasını talep ediyorum.
Kitabın önsözünde filmin başlangıç kısmında olduğu gibi Hobbitlerden bahsedilmekte. Ama hikayeye dalmadan önce Hobbitleri tanımak istiyorsanız önce Bilbo Baggins  tarafından yazılan Kırmızı Kitaptan parçalar barındıran Hobbit kitabını okumanızı tavsiye ediyor. Hobbitlerin görünüşleri, soyları, kişilik özellikleri, yaşam tarzları, Shire düzeni hakkında yeterince bilgi veriyor. Bilbo'nun yüzüğü nasıl bulduğundan bahsediyor. Daha sonra filmdeki gibi Bilbo Baggins'in doğumgünü daveti, Gandalf'ın gelişi, yüzüğü Frodo'nun alıp, Samwise, Pippin ve Merry ile Shire topraklarından uzaklaştırması anlatılıyor. Bu arada en sevdiğim karakterlerden biri Pippin.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Mr. Nobody

Zaman zaman sinemadan uzun süreli kopmalar yaşarım. Dizilere sararım, yoğunluktan, yorgunluktan.. Yine öyle bir dönemi atlattığım zamanda şöyle bir soru sormuştum Geekyapar grubunda : Sonsuzluğu nasıl açıklıyorsunuz? Örneğin sayıları + ve - değerinde sonsuz düşünebiliyoruz.  Her defasında +1,  -1 eklerim diyebiliyoruz.   Peki mekan?    Mekandan kastım uzay. Evrenin sonu, sondan sonrası? Somut bir şey. Bir de zamanda sonsuzluk. Geriye doğru sonsuz, ileriye doğru sonsuz bir zaman var.. Nasıl?  Zaman kavramı uzayda yok falan demeyin, beynimiz sonuçta bunu oluşturdu.  Gruptan birisi "Mr. Nobody filmini izle" dedi. Kafamdaki sorulara cevap bulma ümidim sıfır olmakla birlikte belki biraz nefes alırım diyerek filmi izledim.

Filmin konusu : Nemo Nobody denen bir adam var, 1 dakika içinde hem çocuk, hem ölmek üzere olan bir yaşlı hem de Jared Leto olarak görüyoruz. Bize anlatılmak istenen sonsuz sayıdaki paralel evrenler. Filmde Nemo'nun vereceği kararlar doğrultusunda hayatının nasıl değişik yönlerde şekillenebileceğini anlatmış. Yani biz diğer evrenlerde başka kişilikleri temsil ediyoruz. Doğduğumuz andan ölene kadar kaç kere tercih yapar, kaç kere karar verir, kaç kere doğru düşündüğümüz şeyi yapmak yerine yanlışı yaparız veya tam tersi? Hayatımıza kaç kişi girer? Bütün verileri değerlendirdiğimizde gerçekten de sonsuz sayıda farklı  evren olabilir. Benim fikrimi soracak olursanız bence böyle bir şey yok.Örneğin evrimi hiç duymasaydım ve Creation filmini izlemiş olsaydım dakika 1 gol 1 Charles Darwin gibi ben de şüphelenmeye başlardım ama sonsuz evren fikri bana çok sıcak gelmiyor. Tabi ki sonsuzlukla ilgili kafamdaki soru rahatsız edici şekilde büyüyor, bir yerden sonra dur demem gerekecek.
Film hakkında daha öznel bir yorum yapmam gerekirse açıkçası sıkıcı buldum. Belki de filmin ana fikrine sıcak bakmadığım içindir bilemiyorum.Bir de şu soru üzerine yoğunlaşılmış:
 -- Neden geçmişi hatırlarız da geleceği hatırlamayız?
Filmde bu sorunun cevabını vermeye çalışıyor: Zaman Big Bang'den önce yoktu. Evrenin oluşması ve genişlemesiyle ortaya çıktı. Zamanı tek bir yönde algıladığımız için geriye dönüş yok, onun için seçim yapmak zordur. Seçim yapmadığın müddetçe her şey muhtemeldir. 



1984

Gittiğiniz bir yerden nasıl ki fotoğraf çekmeden dönemiyorsanız ben de okuduğum kitaptan 1-2 satır  yazmazsam sanki boşuna okumuş gibi hissediyorum. Yazmaya başlarken nedense fonda Depeche Mode - Peace şarkısını açma ihtiyacı hissettim. Kitapta her yerde yazan slogandan etkilenmiş olmalıyım. Bu arada klipte oynayan Maria Dinulescu <3

     SAVAŞ BARIŞTIR,
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR,
    CAHİLLİK GÜÇTÜR..

Kitabı yorumlamaya girişmeden önce diğer 98385358358 kişi gibi "Cesur Yeni Dünya" kitabıyla bir kıyaslama yapacağım tabi. Cesur Yeni Dünya kitabını  distopya örneği olarak gösterenler o zaman George Orwel'in 1984'ü için başka bir tür bulmalısınız. Çünkü Cesur Yeni Dünya distopya ise 1984 cehennem olmalıdır. Aldous Huxley'in Londra'sı benim düşlediğim hayattır yani ütopyadır ve 1984 bana göre distopyanın kelime karşılığıdır.

İşin ilginç yanı bir kitabı okurken kitabı yaşamakta zorluk çekerim çoğu zaman. Kitaptaki karakterle empati kuramam, hissedemem. Ama 1984'ü okurken içimi acayip bir karamsarlık, yok oluş, intihar düşüncesi kapladı. Kitabın hangi sahnesi daha kötü, iç karartıcıydı ona bile cevap veremicem çünkü bana göre baştan sona diplik bir eser ama müthiş bir anlatım.

Konudan bahsedelim : Baş karakterimizin adı Winston Smith.
İnsanların nefes aldığı hemen hemen her yerde kameralardan izlendiği, düşüncenin suç olduğu, bütün duvarlarda "Big Brother is Watching You" yazılı posterlerin asılı olduğu , YeniSöylem denen bir dilin kullanılmak zorunda olduğu, gazetelerin, kitapların tamamının toplatılıp doğrular yerine sistemin çıkarlarına göre yazıldığı bir devirden bahsediyoruz. Sex yok, yakınlaşmak yok, doğrular yok, geçmiş yalan, yanlış vs vs.. Ne oldu şimdi Aldous Huxley'in Dünya Devleti gözünüze daha hoş göründü değil mi?

Düşünce polisinin kime, ne zaman ve hangi sistemle bağlandığını kestirmek çok zordur. Herkesi her an izliyor da olabilirler. Ama insanlara istenildikleri zaman bağlanabildikleri açık. Çıkardığınız her sesin duyulduğunu, karanlıkta olmadığınız sürece her hareketinizin gözetlendiğini varsayarak yaşamak zorundaydınız.

Winston Smith parti için önemli bir görevi yürütmektedir. Sisteme ters gelen herhangi bir belgeyi "bellek boşlukları"na bırakarak yok olmasını sağlamaktadır. Ancak ilk suçunu sistemin insanları kandırmasının doğru olmadığını, geçmişin tamamen yalan olduğunu düşünerek işler. Üstelik günlüğüne de bu düşüncelerini yazar ve düşünce suçu işlemiş olur.

Partinin insanlara dayattığı düşünce :  Devrimden önce hayatın çok kötü olduğu ve şuanda bu sistem sayesinde çok rahat yaşıyor oldukları ve hiç bir şekilde partinin sözünden çıkmamaları gerektiği. Ancak Winston bundan hep şüphe duymuştu ve devrimden öncesini öğrenmek istemişti.

" Sıradan insanların artık devrimden önceki dönemden daha iyi durumda oldukları doğru olabilirdi. Doğru olmadığının biricik kanıtı yüreğinizden yükselen o sessiz protesto, içinde yaşadığınız koşulların dayanılmaz olduğunu duyumsatan, eskiden böyle değildi herhalde diye düşündüren o sezgiydi. "

Okurken değiştirmeden sağa sola not aldıklarım :


Bellek Deliği : Winston'un  Gerçek Bakanlığı'ndaki küçük odasında bulunan basınçlı boruların birinden eski gazetelerin düzeltilmesi gereken sayıları, diğerinden de yazılı mesajlar gelir. Mesajlarda nelerin nasıl düzeltileceği yazılıdır. Örneğin, Times gazetesinin belirli bir sayısında gerekli görülen tüm düzeltmeler bir araya getirilir getirilmez o sayı yeniden basılır, asıl sayı yok edilir ve arşivde asıl sayının yerini düzeltilmiş sayı alır. Üstelik bu değiştirme işlemi yalnızca gazeteler için değil, kitaplar, süreli yayınlar, broşürler, posterler, filmler, ses bantları, karikatürler, fotoğraflar, siyasal ya da ideolojik bakımdan önem taşıyan her türlü basılı materyal için geçerlidir. Geçmiş dakikası dakikasına güncellenir. Böylece Parti'nin tüm öngörülerinin ne kadar doğru olduğu kanıtlanmış olur.

* Aykırı Düşünce Buharlaşır : Kuşkusuz bir de "düşüncesuçu" vardı. Sözgelimi günce tutmak bile tehlikeli bir suçtur. Düşünce polisi sürekli ensenizdedir. Tutuklamalar her zaman gece yapılır. Ansızın irkilerek uyanırsınız, hoyrat bir el omzunuzu sarsar, gözlerinize ışıklar tutulur, yatağınızı acımasız yüzler çevreler. Çoğu zaman ne yargılama olur ne de bir tutuklama raporu tutulur. Ortadan kayboluverirsiniz. Adınız kayıtlardan silinir, yaptığınız her şeyin kaydı yok edilir, bir zamanlar var olduğunuz bile yadsınır, sonra da tümden unutulur. Kökünüz kazınır, külünüz havaya savrulur, onların deyişiyle "buharlaşırsınız.."

* Egemen Öğretiye Yeni Söylem :  Okyanusya'da, düşünmek bile suçtur ama "düşünce suçu" işlemeye bile olanak bırakmayacak bir yöntem daha vardır. Okyanusya'nın resmi dili olan Yenisöylem, yönetimin ideolojik gereksinimlerini karşılamak amacıyla oluşturulmuştur. Yenisöylem'in amacı yalnızca egemen ideolojisi İngsos'un sadık izleyicilerinin dünya görüşü ve düşünsel alışkanlıklarına uygun düşecek bir anlatım ortamı sağlamak değil, aynı zamanda bütün öteki düşünce biçimlerini olanaksız kılmaktır. İnsanlar sözcüklerle düşündüklerine göre Yenisöylem tümden benimsendiği ve Eskisöylem tümden unutulduğunda her türlü "sapkın düşünce" olanaksız kılınmış olacaktır. Örnek vermek gerekirse : "Özgür" sözcüğü Yenisöylem'den çıkarılmış değildir ama yalnızca "Sokağa çıkmakta özgürsün" ya da "Ormanda özgürce gezebilirsin" gibi deyişlerde kullanılabilmektedir. Eskiden olduğu gibi "siyasal özgürlük" ya da "düşünsel özgürlük" anlamında kullanılamamaktadır çünkü siyasal ve düşünsel özgürlükler artık birer kavram olarak bile kayıplara karışmıştır.


* Erotizm Tehlikesi : Okyanusya'da insanlara getirilen en ağır baskılardan biri cinsellik alanındadır. Parti'nin amacı yalnızca kadınlarla erkekler arasında sonradan denetleyemeyeceği bağlılıkların oluşmasını engellemek değildir. Asıl amaç, sevişmekten zevk almayı tümden yok etmektir. Erotizm "düşman" olarak görülür. Parti üyeleri arasındaki evliliklerin bir kurul tarafından onaylanması gerekir. Gerçi bu kural hiçbir zaman açıkça dile getirilemez ama birbirlerini fiziksel olarak çekici buldukları izlenimi uyandıran çiftlerin evlenmesine de izin verilmez. Evliliğin kabul gören tek bir amacı vardır o da Parti'ye hizmet edecek çocuklar dünyaya getirmektir. O yüzden cinsel ilişkiye "lavman yapmaktan farksız, hiç de iç açıcı olmayan sıradan bir işlem" olarak bakılır.

* Nefret Dakikaları : Çok geçmeden odanın bitimindeki büyük tele ekrandan insanın içini kıyan, ürkünç bir cazırtı yükseldi, sanki yağı tükenmiş korkunç bir aygıt çalıştırılıyordu. İnsanın tüylerini diken diken eden bir gürültüydü bu. Nefret başlamıştı.
Her zaman olduğu gibi ekranda halk düşmanı Emanuel Goldstein'ın yüzü belirivermişti. Goldstein bir dönek ve sapkındı. Çok eskiden partinin önde gelenlerinden biri dahası Büyük Birader'le neredeyse aynı aşamada olmasına karşın sonradan karşı devrimci etkinliklere karışmış, idam cezasına çarptırılmış ancak kaçmıştır.

*Düşüncesuçu, ölümü gerektirmez: Düşünce suçunun KENDİSİ ölümdür.

* 1984 yılında Okyanusya Avrasya'yla savaşmaktaydı ve Doğuasya'yla bağlaşma içindeydi. Bu üç devletin daha önceleri farklı bir saflaşma içinde oldukları ne resmi ağızlarca ne de birileri tarafından doğrulanmıştı. Aslına bakılırsa Winston'un çok iyi bildiği gibi Okyanusya daha dört yıl önce Doğuasya'ya savaş açıp Avrasya'yla bağlaşmaya gimişti. Belleği yeterince denetim altında olmadığı için Winston'un aklında tutabildiği bir bilgiydi.

* Parti geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa bu hiç kuşkusuz işkenceden de, ölümden de beter bir şeydi.

* Parti sloganı : "Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan,  geçmişi de denetim altında tutar.

* Her şey bilmece gibiydi. Bazen bir yalanı saptamak mümkün olabiliyordu. Örneğin Parti'nin tarih kitaplarında ileri sürüldüğü gibi uçakları partinin icat ettiği doğru değildi. Winston daha küçük bir çocukken bile uçakların var olduğunu anımsıyordu. Ama hiçbir şeyi kanıtlamak mümkün değildi. Ortada hiçbir kanıt yoktu. Tarihsel bir olayın çarpıtıldığının şaşmaz belgeli kanıtını hayatı boyunca yalnızca bir kez ele geçirmişti. Ama o zaman da..


* Bir umut varsa proleterlerde diye yazdı Winston. bir umut varsa proleterlerde olmalıydı. Çünkü partiyi yok edecek güç ancak Okyanusya nüfusunun %85'ini oluşturan bu hor görülmüş kitlelerde harekete geçirilebilirdi. Bir bakış, sesteki bir titreşim, fısıldanan bir sözcük bile isyan anlamına geliyordu. Oysa proleterler, kendi güçlerinin bilincine bir varabilseler belki gizli etkinlikler bile yürütmeye gerek kalmayacaktı. Yalnızca ayağa kalkıp sırtına konan sinekleri savuşturan bir at gibi silkinmeleri yetecekti.

* Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemeyecekler.

*NASIL'ını anlıyorum; NEDEN'inini anlayamıyorum.

*Daha önce de bir çok kez yoksa ben deli miyim, sorusu geçti aklından. Belki de deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktı. Bir zamanlar dünyanın güneşin çevresinde döndüğüne inanmak nasıl delilik belirtisi ise şimdi de geçmişin değiştirilemeyeceğine inanmak delilik belirtisi olarak kabul ediliyordu. Bu inancı bir tek kendisi taşıyor olabilirdi ve eğer öyleyse o zaman delinin tekiydi. Ama deliliği pek dert etmiyordu, onu asıl ürküten yanılıyor olabileceğiydi. 

*Özgürlük , iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir. (Bence bu cümle çok pis tartışılır)

* Seviştiğin zaman içindeki enerjiyi boşaltırsın, sonra da kendini mutlu hisseder ve hiçbir şeyi iplemezsin. Ama senin bu halin onların hiç hoşuna gitmez. Her zaman enerji yüklü olmanı isterler. Bütün o yürüyüşler, bağrını yırtarcasına bağrış çağrışla bayrak sallamalar, ekşiyip bozulmuş cinsellikten başka bir şey değildir. Gönlün ferah, keyfin yerindeyse, Büyük Birader'miş, Üç Yıllık Plan'mış, İki Dakika Nefret'miş, bütün o iğrençlikler neden kendinden geçirsin ki seni?





13 Ocak 2015 Salı

Yüzüklerin Efendisi Kralın Dönüşü

Film Smeagol(Gollum) ve kardeşinin(Deagol) yüzüğü nasıl bulduğunu hatırlatarak başlar. Smeagol kardeşini yüzüğü alabilmek için boğarak öldürmüştür. Şimdiki zamana dönünce Smeagol Frodo ile Sam'i öldürüp yüzüğü almanın planını yapmaktadır. Sam bunu farkeder ama Frodo Smeagol'a acıdığı için ya da onun gibi olmaktan korktuğu için Sam'in uyarılarını göz ardı eder. Benim sevgili Pelegrinim ve Gandalf Minas Tirith şehrini Sauron saldırısına karşı uyarmak için yol alırlar. Bu sırada Saruman ölmüştür. Gandalf ve Pippin Gondor'un efendisi Denethor'un yanına gittiğinde onun Boromir'in(sevgili oğlunun) ölüm haberini aldığını öğrenir.(Acıklı bir sahne)Ancak Denethor Aragorn'un kral olma fikrini öğrenir ve bu yüzden Gandalfa hoş davranmaz. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Arweni o kadar çok sevdim ki Eowyn bana çok yapmacık geliyor. Denethor'un Boromire olan aşırı sevgisi yüzünden Faramir'i hep dışladığını görüyoruz. Ah Faramir taş olsa çatlardı be yavrucuğum. Pippin'in Faramir için söylediği şarkı dinlenmeli derim. Orkların  öldürdükleri insanların kafalarını Gondor süvarilerinin üzerine atmaları da akıllıca bir sahneydi, ben bunları kafasız sanıyordum. Gondor sarayı yıkılırken Denethor'un tek düşündüğü Theoden'ın kendisine olan ihaneti, yardım elini uzatmamasıdır.
Sauron'a sadece Orklar değil paralı erler, insanlar da destek çıkmaktadır. Sauron henüz en ölümcül silahını, Mordor ordularını yönetecek olan canavarını serbest bırakmamıştır. Gandalf'ı korkutur bu durum. Frodo'yu yaralayanla aynı kişidir bu. Rohan Gondor'un yardım çağrısına olumlu karşılık verecektir. Gondor savaşı kaybetmek üzeredir.
-Görevlerinizi bırakın kaçın ve canınızı kurtarın.... Şlak, şlak.. Gandalftan okkalı bir sopa yer Denethor..


Frodo Gollum'a uyarak Samden gitmesini ister. Acınacak haldedir. Gollum onu Cirith Ungol geçidine sokarak örümcek ağlarının içinde kalmasını sağlar. Frodo Gollum'un kötü niyetini artık anlamıştır.
Bu sahne dehşet güzel bir sahnedir. Bu kabusun adı Shelob. Sam Gamwise Frodo'yu Shelob'tan kurtarır.






Rohan Kralının orduyu "ÖLÜME SÜRÜN" diyerek savaşa başlatması enfes bir sahneydi. Bu sırada Denethor da tam çatlak adammış. Faramiri canlı canlı yakıyordu az daha.
Nazgul'un tam Theoden'ı yiyeceği sırada Eowyn'in kafasını koparma sahnesi harikaydı. Hayvanlarla yapılan savaş sahnelerinde hayvanın kafasının koparılması nedense bana sahnenin kaliteli olduğunu gösterir hep. Savaş bizimkilerin aleyhinde iken Aragorn ve ekibi gemilerle gelir ve savaşın seyrini değiştirir.
Bu sırada Frodo ve Sam Mordor dağına ulaşır ve Frodo tam yüzüğü atmak üzereyken yüzük onu ele geçirir ve THE RİNG İS MİNE diyerek Sam'i hayal kırıklığına uğratır. O esnada Gollum gelerek Frodonun yüzüğü taktığı parmağı ısırarak koparır ve boğuşmaları esnasında Gollum ateşin içine yüzükle birlikte düşer. Yüzük yok edilmiştir. Aragorn kral olur.

Ender'ın Oyunu - Ender Serisi 1. Kitap




Değerlendirmem : Şimdilik serideki diğer  kitapları  sipariş etmeyi düşünmüyorum.

Filmini izlediğim kitaplar serisinden devam ediyoruz. Bu kitabı internetin kuytu köşesindeki sikimsonik bir "okumanız gerekenler"  listesinde görmüştüm ve tam  içimden "geç bunu" diyeceğim sırada  gözlerim şu cümleye takıldı : "On bir yaşındaki bir çocuk, 'Kimse kendi hayatını kontrol edemez; elinden gelenin en iyisi sana iyi insanlar, sevdiğin insanlar tarafından verilen rolleri yerine getirmeyi sevmek,' diyebiliyorsa, onun Dünyayı kurtarması şaşırtıcı olmasa gerek."
Bu cümleye takılma sebebim sanırım bazı sorunların kendi çapımda çözüm yollarını görmeye başlamış olmamdan kaynaklanıyor. Ancak çözüm için büyük fedakarlıklar yapılması gerek, farkındayım. d&r 'dan hediye çeklerimi kullanırken  Hobbit'in yanına bunu da ekledim.

Kitap hızlı başladı : Formicler  (Kitapta böcek diye geçiyor) 70 yıl önce dünyaya saldırıyor ve bir çok insan yaşamını kaybediyor.  İnsan ırkının tamamen yok olmaması ise Mazer Rackham denen olağanüstü bir komutanın yaptığı hamleler sayesinde oluyor.  Bu konunun etrafında dönen film ve dizilerin bir listesini yaptım şurda...(Upps yapmamışım)
İnsanlar bu uzaylı türüyle  savaşmak için daha zeki askerlere ihtiyaç duyuyor ve daha çocuklar doğmadan onların zeka seviyesini yükseltecek çalışmalar yapıyor. Ender, Valentine ve Peter kardeşler de bu çocuklardan bir kaçı.. Ancak içinde sadece Ender olumlu özelliklere sahip. Şöyle ki Peter tam bir pislik, katil, sincapları yakalayıp onlara acı çektiren bir karakter. Valentine fazla duygusal. Ender ise iyi kalpli, savaşmayı değil sadece kazanmayı seviyor ve inanılmaz bir empati kurma yeteneği var. Bu çocukların davranışlarını gözlemlemek için boyunlarına monitor denen alet takılıyor.

 Son bir test için Ender'ın boynundaki monitor çıkarılıyor ve bundan sonraki zamanda davranışları gözlemleniyor.  Ender abisi Peter gibi olmaktan korksa da bazı hareketlerini onunla eşleştiriyor.

Okulda onu dövmek isteyen çocukla kavgasının sonucunda çocuğu yere seriyor ve bu dövüşü kazanmış olmasına rağmen yerde yatan çocuğa tekmeleriyle vurmaya devam ediyor. Mülayim çocuğumuz Ender için bu şaşırtıcı bir hareket. Albay Hyrum Graff eve gelip bu davranışın nedenini sorunca şu cevabı veriyor: "Onu yere sererek ilk kavgayı kazandım,  bundan sonraki tüm kavgaları  da kazanmak istedim." 

Ender Andrew Wiggin bütün testlerden olumlu görüşler alarak uzay savaşları eğitimini almaya ve asker olmaya  hak kazanıyor. Kitabın bu sayfalarında Ender'ı kabullenenler, ona dayılananlar, Ender'ın zeka oyunlarını geçmesi falan anlatılıyor.
Ender tahmin edebileceğiniz gibi sürekli kademe atlıyor vs vs..

Şimdi serinin 1.hikayesi bana göre neden olmamış ondan bahsetmek istiyorum:

400 sayfa kitap olmasına rağmen her şey o kadar hızlı anlatılmış ki, hiçbir şeyin tadını alamadım diyebilirim. Kitabın sonlarına doğru Ender ve ekibi savaş simülasyonlarına sokularak ciddi bir eğitim almaktadır. (Topu topu 1 tane izledik)  Yine bir savaş simülasyonu ve Ender ile ekibi.  Karşıda Formiclerin gezegeni var. Ender'dan istenen düşmanla savaşması, kendine ait taktikleriyle savaşı kazanması. Her şey oyun gibi görünüyor. Ender düşmanla savaşmak yerine gidip formiclerin gezegenini ekibinden bir kaç asker yardımıyla uçuruyor. Ve ortamda bütün sesler kesiliyor, Ender'ı izleyen komutanlar şaşkın bir şekilde tek kelime edemeden oldukları yerde kalıyorlar. Ne oldu ki şimdi altı üstü bir simülasyon diye düşünürken  hobaa  bir de bakmışız ki simülasyon değil gerçekmiş. Nasıl yani? Bu kadar mıydı?

Daha sonra Ender "neden bana bunu söylemediniz, neden diğer arkadaşlarımı ölüme gönderdim, neden gezegeni yok ettim" diye triplere giriyor. Daha sonra  Ender Kraliçe Formic ile dost olmuş ona yuva arayacağına söz veriyor, işte Formicler yanlışlıkla saldırmış dünyaya aslında saldırmak istememiş falan. Ama Albay Graff bize onların çok kötü olduğuna, çok sıkı savaşmamız gerektiğine inandırmıştı pardon? Baş rolde çocuklar oynuyor diye küçümsemeyeceğim ama bence gerçekten çocuklara yönelik bir hikaye. Benim bilim kurgu damarlarımı doyurmadı ne yazık ki.




Gel gelelim filme.. ne diyebilirim ki gayet güzel başladı, hatta güzel ilerledi. Asa Butterfield iyi bir oyuncu. Off the record: Bu çocuğun röportajlarını izlerken aklıma Justin Bieber geldiğini saklamayacağım.


Bir yorumda okumuştum: "Çocuk olmaları çok saçma, çocuk askerler çıktı bir de." Belki öğretmen olduğum için bilmiyorum ama çocuklar acaip yaratıklar. Aralarında ciddi anlamda zeki birisiyle karşılaştığınız zaman beyninizi kısa bir süreliğine dondurabilirler. Ve "ağaç yaş iken eğilir, yea."

Eğer dünya ciddi bir tehlike anındaysa tabi ki küçük yaştan başlayıp savaş, strateji, duygulardan arınmak, mantığa yüklenmek gibi eğitimler verilcektir. Benim bu yoruma katıldığım nokta eğitime katıldı, bir - iki kez yer çekimsiz ortamda ateş etti, hop savaşa girdi ve Formiclerin gezegenini yok etti. Hem de bunu bir simülasyon sanıyordu.

Filmlerde ne kadar hayvani teknikler, efektler kullanılırsa kullanılsın senaryoda bir  hadi
hadi hop oldu bitti varsa benim ilk saniyelerde aldığım tad yarıda kalıyor ne yazık ki. Filmin yönetmenine ve senaristine sormak istediğim şey şu: Çocuk 11 yaşında evinden alınıyor, uzaya çıkarılıyor, eğitiliyor ve ilk savaşını verip Formic gezegenini yok ediyor üstelik  bu böceklerin kraliçeleri  ile  bizim anlamadığımız bir diyalog kuruyor ve yeni doğacak olan kraliçeye bir yuva bulmaya söz veriyor.  Kitabı bir çırpıda filmde anlatmak   yerine  Ender'ın uzay gemisindeki ilk çaylaklıklarını izleyip içimize sindirsek daha enfes olmaz mıydı?
Filmde hoşuma giden bir sözü paylaşmak istedim:  Hiç kimse için düşmanından daha iyi öğretmen olamaz.



Perception Dizisinden Dr. Daniel Pierce'n muhteşem konuşmaları



Sezon 1.Bölüm 1.

Pierce(sınıfta) - Gerçeklik nedir ?
(Öğrenciler parmak kaldırır)
Pierce - Hippi Çocuk
Öğrenci - Gözle görünür evren.
Pierce - Bu cevap biraz fizik alanına giriyor ama bu sinir bilimi. Kim bana beyinle alakalı bir cevap verecek?
Diğer Öğrenci - Gerçeklik düşlediğimiz ya da fantazi kurduğumuz ya da belki halisünasyon gördüğümüz şeyin aksine görüp, duyduğumuzdur.
Pierce - Halüsinasyon, bu cevabı hippi çocuktan beklerdim. Sex, uyuşturucu ve müzik değil mi?
Pekala işte size bilincinizi değiştirecek bir şey. Gerçeklik, hayal gücünüzün bir ürünüdür. Aranızdan hanginiz korkutucu bir rüyadan uyanıp "Tanrı'ya şükür sadece bir rüyaymış" diye düşünmedi? Bunun sebebi rüya gördüğümüzde ya da fantazi kurduğumuzda nörokimyasal dürtülerin yükselmesinin kafamız içinde olanlarla gerçekte yaşadığımızı ayırt edemememize sebep olmasıdır. Ya yanlış algılıyorsak? Neyin gerçek olup, olmadığını nasıl bilebiliriz?
-----------

Pierce - Geçen hafta size "Gerçeklik nedir?" diye sormuştum. Bu hafta normallikten bahsetmek istiyorum. Normal olan nedir? Eğer üzgün hissediyorsanız biraz bunalımda mısınız? Ya da nörokimyasal dengesizlikten mi yakınıyorsunuz?
Büyük çoğunlukla baktığımız araştırmalar beyinleri normal olmayan hastaları kapsıyor ve acı çektiklerinden şüphe yok. Ama bu tamamen kötü bir şey mi? Bazıları için nörolojik durumlar kendilerini kimsenin düşünmek bile istemediği acı  gerçeklerden koruyabilir.
 Diğerleri ise geri kalanımızın rahatsız edici bulduğu durumlarıyla baş edebilecekleri neşeli bir düzen kurar. Eğer bir temel kuracaksak o halde kendimize şunu sormalıyız. Nasıl oluyor da sözde normal insanların beyni belirli unsurlara karşılık veriyor?
Ve eğer  nörolojik bozukluk yaşayan insanları tedavi edebiliyorsak, onları normal hale getirebiliyorsak elbette onlara yardım ediyoruzdur. Ama bazen onları eşsiz yapan şeyi ellerinden almıyor muyuz? Kişiliklerinin gerekli parçasını çalmıyor muyuz?


Sezon 1. Bölüm 2.

Pierce(sınıfta) - Bu haftasonu balığa gittim, kocaman bir levrek yakaladım. Bu kadar (eliyle gösterir)
Ofisimde asılı duruyor değil mi Bay Lewicki?
Lewiciki Dr. Pierce'n ev arkadaşı, asistanı, yardımcısıdır. Sınıfta Pierce için asistanlık yapmaktadır.
Lewicki - Siz nasıl diyorsanız öyle doktor. (Başıyla öğrencilere bakıp No! diyerek kafa sallar.)
Pierce - Peki bu gidişle eski öğretim görevlisi olması yakın olan dostum beni bir mafya sıçanı gibi satmış olmasaydı bile yalan söylediğimi anlardınız. Neden peki ? Balık hikayesi olduğu için mi? Ama daha iyi bir yalancı  olsaydım çok büyük bir üstünlüğüm olurdu. Çalışmalar göstermiştir ki en iyi yalancılar en iyi işlere, en çok arkadaşa ve en ateşli kızlara sahip olmaktadır. Yalan söylemede bu kadar iyi olsaydım hala beni yakalamanın bir yolu olur muydu? Yalan makinesi belki... Yalan makinesi kötü değildir ancak sadece strese bağlı tepkileri  ölçer. Bu derste ise beyinde olup bitenlerle ilgileniyoruz. Birini FMRG cihazına bağladıktan sonra yalan söylemesini sağlayıp olanları izlersek dorsolateral  prefrontal kortekslerinin noel ağacı gibi parladığını görürüz. Çünkü yalan söylerken beynimizi kullanırız. Bize yalan söylenirken de beynimizi kullanırız.
Ama beyin kendisine yalan söyleyebilir mi? 
Walt Whitman "Kalabalıktan Oluşuyorum"u yazdı. Meğerse sandığından daha haklıymış. Kişiliğimiz gerçekte kulaklarımızın arasında çalışan kürenin içindeki bir kaç sinir ağının birleşiminden oluşur. Yani eğer kafatasınızın içinde dolaşan farklı versiyonlarınız varsa hangisi gerçekten sizsiniz? Haftada bir kez çalan bir baş gitarist misiniz? Yoksa sabah 9 akşam 5 mi? O kişilerden biri kendini adamış bir eş olabilir mi?
Ve diğeri ise yalancı, hırsız ve kontrolden çıkmış bir bağımlı mı?  Aşkı arzulayabilir misiniz? Ama yine de çevreden ve genetikten lanetlenip her zaman olduğunuz şerefsizin teki mi olursunuz? Hatta kendinizle ilgili bir şeyi gerçekten değiştirseniz bile, yüzünüzü, adınızı, yaşadığınız yeri. Farklı hissedebilirsiniz. Hatta kısa bir süreliğine insanları kandırabilirsiniz bile. Ama olduğunuz kişiyi gerçekten değiştirebilir misiniz?

1.Sezon 3.Bölüm

Pierce(sınıfta) - Hangisi daha önce gelir? Dün mü, yoksa yarın mı? Dün diyenler el kaldırsın.
(Bütün öğrenciler el kaldırır)
Pierce - Peki yarın diyenler? (El kaldıran olmaz)Vay, kimse yok mu? Bir kişi bile mi? Morticia bu tahmin edilebilir ve kanıtlanamaz sonuca nasıl ulaştığını açıkla bize.
Morticia(öğrenci) - Kimsenin kanıtlaması gereken bir şey değil. Sadece bildiğimiz bir şey.
Pierce - Bildiğimiz bir şey? Tek bildiğimiz geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek zamanın bazal gangliyamızda bir birine tutturulmuş bir hikayeden ibaret olduğudur. Bütün zaman anlayışımız suni bir yapıdır.
Morticia - Eğer öyleyse laboratuvar raporumu teslim etmeme gerek yok. Çünkü size göre zaten verdim.
Pierce - Bu tamamen doğru. Tabi böyle düşünürsek seni çoktan sınıfta bırakmıştım.

----
Pierce - Anterograd amnezi berbat bir durumdur. Ama bu bodur yaşlı profesörü birazdan yapacağı felsefik spekülasyondan dolayı affederseniz şunu söylemek istiyorum. Bu durum bize çok önemli bir şeyi hatırlatıyor. Sahip olduğumuz tek şey şuan yaşadığımız andır. Bu yüzden yerinizde olsaydım asla geri gelmeyecek olan bu değerli, vazgeçilmez anların ve mekanların her saniyesinin tadını çıkarırdım. İki yanınızda arkadaşlarınız varken geçireceğiniz huzurlu kampüs saatlerinin.


Sezon 1. Bölüm 4. :

Pierce(sınıfta) - Vicdan denilen olgu tam olarak nedir? MRG’de görüntüleyebileceğimiz bir şey mi? 
Çalışmalar göstermiştir ki, Ventromedial 
Prefrontal Cortex hasarı olan insanlar daha ulu bir amaca hizmet edeceğini 
düşündükleri sürece insan hayatını kurban etmek 
konusunda daha istekliler. 
Peki ya, kendi bencil çıkarları için diğerlerini feda etmekten hiç 
çekinmeyen insanlar? 
Acımasızlık bizim doğamızda olan bir şey mi? Ve sapkınlığa empati göstermek? 
Büyükannem önceden “İyi olmak iyidir.” derdi hep. 
Ve bu doğru olabilir. Yoksa her allahın günü kendi bencil 
ihtiyaçlarımız doğrultusunda koşuşturmak daha mı iyi? 
İyi haber şu ki; temel insani şefkatle 
ilgili olarak evrimsel bir üstünlüğümüz var. 
Biraz da olsa yardımlaşmadan dondurucu paleolitik kış
mevsimlerini atlatamazdık. Yine de tarih öncesi zamanlar açısından 
bakarsak hepimiz yalnız birer avcıyız. 
Bu yüzden kabiledeki diğer üyelere nazik davranmak
bize tehlikeli bir şeymiþ gibi gelebilir. 

Ama yontulmuş taşlarımızı ve odunlarımızı
indirebilirsek ve fedakârlık yapma çağrısına 
cevap verebilirsek peşinde koştuğumuz ödülü de 
elde etmiş oluruz. 


1.Sezon 6.Bölüm

Pierce(sınıfta) - Özgür irade diye bir şey gerçekten var mı? Yaptığım eylemler bilincimin kontrolünde mi gerçekten?
Masadan bir kitabı iterek yere düşürür.
Pierce - Bunu bilerek mi yaptım mesela ? Yoksa göremediğimiz bir sinirsel işlem beni bunu yaptırmaya mı zorladı ? Gerçek şu ki nörobilimsel çalışmaların çoğu özgür irade olgusunun bir aldatmaca olduğunu söylüyor. Velev ki bu doğru olsun. O halde canlı bir kukla mı oluyoruz? Tüm seçimlerimiz bizim yerimize mi yapılıyor ? Bu sorunun cevabını bir sonraki derste öğreneceğiz.
----
Pierce (sınıfta) - Benim sorunum ne böyle? Hepimizin kendine sorduğu bir sorudur. Hepimiz neden başkaları gibi görünmediğimizi, davranmadığımızı, hissetmediğimizi düşünüp, dururuz. Her birimizin beyni aynı parçalardan oluştuğu halde. Korteks, hipotalamus, forniks, septal nükleus ve diğerleri. Buna rağmen hiçbirimizin beyni aynı değildir. Yani farklı olmak, eşsiz olmak insan olmanın kesinlikle inkar edilemeyecek temel bir karakteristiğidir.


1.Sezon 9.Bölüm :

Pierce(sınıfta) - Neyden korkarsınız ? Uçak kazasında ölmekten ? Ya da tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmaktan? Köpek balığından? Asıl korkmanız  gereken şey bu dersten kalmak.
Lewicki masaya sertçe vurur. Öğrenciler irkilir.
Pierce - Korktunuz mu? Korku mantıklı düşünceden baskın çıkabilir. Daha neokorteks bir tehdit algılamadan amigdala araya girer ve savaş ya da kaç moduna girersiniz. Ama aynı zamanda bu nörolojik kodlama bizi ürkütebilir. Aslında endişelenecek bir şey yokken mantıksızca davranmamıza neden olur. Peki en temel içgüdümüzü geçersiz kılabilir miyiz? Kendimizi korkuya tepki vermemek için şartlayabilir miyiz?


1.Sezon 10.Bölüm:

Pierce(sınıfta) - Bazen beynimizde harekete geçen milyarlarca nöron detaylı senaryolar uydurmamıza yardımcı olabilir. Kendimizi hayalimizdeki kızı bulmuş ya da hayalimizdeki işi kapmış hayal ederiz. Bir astronot, rock yıldızı, hatta Birleşik Devletler senatörü.. Ama hayaller tersine dönebilir. Yatağın altında bir canavar olduğuna inanmaya başlarız ya da bize karşı birleşen şeytani güçler olduğuna. İyi ve kötü bütün bu hayaller evrimsel zorunluluğumuzdan gelir. Beyinlerimiz hedeflerimizi yerine getirmek ve tehlikeden kaçınmaya yardım eden potansiyellerimizi keşfeder. Ama hayallerimizin düşüncelerimizin önüne geçmesine izin verirsek gözümüzün önündeki gerçeği göremeyebiliriz. Ve bazen gerçek o kadar da kötü değildir.


2.Sezon 1. Bölüm
Pierce (sinema odasında öğrencilere film izlettirmektedir) - Kim bana bugün niçin film günü yaptığımızı söyleyebilir ?
Lewicki - Yaz tatilini nasıl harcadığını bize göstermek istediğinden mi?
Pierce - Bir de insanlar neden çılgın bilim insanlarının asistanlarına kötü davrandığını merak eder. Otur Lewicki.. Size bu klipleri bu dönem cevap arayacağımız en temel sorulardan birini anlamanız için gösteriyorum. Anormal beyin nedir? Ve anormal bir beyne sahip olmak insanı nasıl etkiler ? Kimisini bir canavara çevirebilir aynı Bay Carloff gibi.. Ama genellikle insanları daha az dramatik yollarla etkiler. Bazı anormallikler yapısaldır, yani beyin taramasında ya da otopside ortaya çıkar. Ama diğerleri daha alçaktır, daha sinsidir. Nörokimyasal olarak doğaldırlar o yüzden her zaman onları fark edemeyiz. Bu anormalliklerden bazıları ameliyatla ya da ilaçla tedavi edilebilir. Ama kesin olan bir şey var ki doktor Frankenstein'in  aksine bir beyinle diğerini değiştiremeyiz. Beğenin ya da beğenmeyin hepimiz doğduğumuz bir buçuk kiloluk karnabahara takılı kaldık.
-----
Pierce(sınıfta) - İnsanlar gerçekten değişebilir mi? Kişiliğimiz genetik olarak önceden programlanmış mıdır? Yoksa değişebilir mi?  Nöroplastisite bilimi bizlere beynimizin hayatı boyunca değişebilme ve gelişebilme özelliği olduğunu söylüyor. Esasında deneyimlerimiz kimliğimizi yeniden yazar. Daha önceden düşünülemez veya yapılamaz sandığımız şeyleri düşündürebilir ya da yaptırabilir. Bizleri yeni düşünceler ve fikirler üretmeye itebilirler. Ve bize değerli dersler verebilirler. Bu dersler geçmişte düştüğümüz hatalara daha az meyilli olmamızı sağlar. Beyin sürekli hareket halindeki bir akıntıdır. Hayatta hiçbir şeyin kalıcı olmadığını gösterir bu. Ama yine de derler ya; ne kadar değişirlerse değişsinler aslında o kadar aynı kalırlar.

2.Sezon 2.Bölüm

Pierce (sınıfta) - Hadi biraz aşktan söz edelim. Aşk beyni nasıl şekillendiriyor ? Yeni ve heyecan verici birisiyle tanıştığımız zaman sinir sistemimize bir virüs gibi saldırıyorlar. Etkilenmeye, uyarılmaya ve hatta takıntıya varan derecede sinir sistemimizin kimyasını tetikliyor. Dikkatimiz dağıtılıyor. Sürekli o özel kişiyi düşünüp duruyoruz. Hatta inanılmaz derecede ufkunuzu açacak bir ders sırasında bile. Ama sadece onları düşünmekle kalmıyoruz. İçsel bir model inşa ediyoruz. Ne düşüneceklerini ya da nasıl hissedeceklerini tahmin etmemize yarayan bir simülasyon. Tabi ki bu simülasyon gerçekle karşılaştığı zaman ilişki sorunlu bir evreye giriyor. Bu da şu soruyu soruyor : Başka birine gerçekten aşık oluyor muyuz? Yoksa sadece kim olduklarına dair oluşturduğumuz fikre mi aşığız?
-----
Pierce - Neden ilişki zahmetine gireriz ki? Nöropsikiyatristler yakın bağlantılar kurma dürtüsüne sahip olduğumuzu söylerler. Aşka özlem duyarız. Tabi ki, gerçek şu ki, bunun sonu kalp kırıklığıyla biter. Hassas ruhumuzu tamamen kırmasa bile yaralı bırakır gider. Bu bahsi oynamaya niye kalkışıyoruz? Sanırım sadece bir sefer doğru aşkı buluyoruz. Ve doğru kişi olduğunda bunu biliyoruz. Tatmin edici bir ilişkinin hatırası bile bizi ayakta tutmaya yetiyor. Ve bize, o anda güçsüz hissediyor olsak bile asla gerçekten yalnız olmadığımızı hatırlatıyor.

2.Sezon 4.Bölüm

Pierce (sınıfta) - En derin, en karanlık sırrınız nedir? İçtenlikle asla söylemezsiniz. Bilmiyorum bir arkadaşının güvenine ihanet ettin mi veya kampüs mağazasından eşya aşırdın mı? Belki önünde oturan kızla yatmak için ölebilirsin? (öğrencilerden birine yönelerek sorar)  Sen mesela bir sırrın var mı? Şuanda beyninde bir mücadele var. En iyi tahminimiz Singulat Korteks'in umutsuzca gerçeği söylemek istiyor. Ama yörüngesel alın korteksiniz eğer ağzınızdaki baklayı çıkartırsanız ne kadar kötü şeyler olacağını taklit edebilir. Eğer alın korteksiniz kazanırsa stres hormonlarınızın düzeyi yükselir, eğer singulat korteksiniz kazanırsa stres düzeyiniz düşer. Yani eğer biyolojik olarak sağlıklıysa sırlarımızı itiraf etmek, onları gizli tutmak için çok mücadele eden insanın doğası nedir?
-----
Pierce(sınıfta) - Freud bir kez dedi ki.. "Sır saklamak ölümcül değil" "Eğer dudakların sessizse, parmakların gevezelik eder." "İhanet her gözenekten dışarı akar"
Ben eski Sigmund'un bir şey üzerinde olabileceğini düşünüyorum. Sırrımızı tutmak için umutsuz olsa da onları gömmeyi denedikçe daha yüzeye çıkarlar.  Nörolojik itiraflar yapmak zorunda kalırız. Ve bu iyi bir şey. Çünkü vücudunun itirafı iyidir. Beyin için iyidir. Ruh için bile iyi olabilir. Eğer ruh gibi şeylere inanıyorsanız.


2.Sezon 7.Bölüm
Pierce (sınıfta) - Beynin güçlü olduğuna inanmak istiyorum. Öğrenemeyeceğimiz bir şey yok, keşfedemeyeceğimiz bir şey yok eğer bunu yapmayı kafaya koyarsak. Ama beynin zarafet ve verimliliğine rağmen beyin gücünün de yapamayacağı şeyler var. Bazen inatçı problemlerle karşılaştığımızda bunu çözen beyin olmayabiliyor. Kalp çözüyor.

2.Sezon 8.Bölüm

Pierce(sınıfta) - Hayat son derece acımasız olabilir. Ölümler, vergiler.. Umudumuz olmadıkça bunların hepsi kaçınılmaz. O zaman beyin mümkün olan ne varsa tasavvur edebilir. İnsanoğlu.. Aklı başından alan sex.. Wrigley'de bir dünya serisi.. Nöroterapi dünyasında umut bolca bulunur. Embriyonik hücreler sayesinde beyin şimdi nöroblastlar kadar biliniyor. Subventricular bölgesindeki bu ufak mucizeler bir felçten sonra oluşur. Sonra hasarlı dokuların üzerine gelir ve onarırlar. Harika. Beynin kendine ait bir çetesi vardır. Günümüzde nöroblast araştırmaları hala emekleme döneminde. Ama bu hafta Lewicki bir grup öğrencisiyle Ann Arbor'da olasılıklar hakkında tartışıyor olacaklar. Bu konuda bir düşünelim. Bir gün beynin ilaçlarla dejenere olmasını sağlamak yerine beynin kendisini tedavi etmesini sağlayabiliriz.

----
Pierce(sınıfta) - Hayat bekliyor. Anlamlı arkadaşlıklar, ilham verici çalışmalar, bağımsızlık, senin dünyadaki yerin.. Bunların hepsi bu kapının dışında seni bekliyor. Şimdi kapının kilitli olduğunu hayal et. Anahtarın yok, başka çıkış yok. Etrafındaki herkesin çiçek açarken senin burda tutsak olduğunu düşün. Bir akıl hastalığı ile büyümek işte böyle hissettiriyor. Demem o ki, gamma bıçağı cerrahisi hastalarının O.C.D  sinirlerinin oluştuğu yerde nörolojik devreleri devre dışı bırakabilir. Bu kaybedilen zamanı telafi edemez. Cerrahlık bize kendimizle nasıl ilgileneceğimizi öğretmez.  Ya da kaybetme, aşk gibi duyguları tanımayı.  Hepimizin aslında tanıların ötesinde bizlerin kim olduğunu anlamaya ihtiyacı var. Bu uzun bir süreç. Bu tekrar kendi beynimize güvenmekle başlar. Tabi ki, cerrahi işlemle düzelemeyecek olan bir çok akıl hastalığı var. Nörologlar çılgın birer demet gibidirler. Sadece bir hastalık için bile uygun bir tedavi bulmayı keşfetmeye inanacak kadar çılgın. Sonunda sen de bir sonraki için bir tedavi keşfedeceksin. Hepimiz için bir umut olduğunu anlatan..

2.Sezon 10.Bölüm

Pierce(sınıfta) - "Amerikan hayatında zirveye doğru bir tırmanış yoktur." Kim söylemiş?
Lewicki - Fitzgerald
Pierce - Evet. Ama F. Scott bilgilerini tazelemeli. Çünkü beyinde zirveye tırmanış gerçekleşebilir. Kazada yaralanmış normal bir insanın beyni inanılmaz şekilde gelişebilir. Tırmanma davranışı bilgin sendromu olarak da adlandırılır. Liseden atılmış bir çocuk vahşice saldırıya uğruyor. Eliyle matematiksel Öklidler çizebilecek şekilde kendine geliyor. Bir kazadan sonra sanata hiç yeteneği olmayan bir doktor sanat dehasına dönüşüyor. Duvar ve dergi reklamlarını tasarlayan bir şirkette çalışmaya başlıyor. Yani eğer beynimizin zirveye tırmanma eğilimi varsa, neden hayatlarımızın olmasın? İncinmiş hayatlar tedavi edilebilir. Adalet sağlanabilir. Zarar görmüş ilişkiler onarılabilir. Günahlar affedilebilir. Yanlışlar düzeltilebilir. Hayatlarımız da beynimiz gibi ikinci bir şansı hak eder. Sadece buna göğüs gerebilecek kadar cesur olmamız gerekir.

2.Sezon 11.Bölüm
Pierce (sınıfta) - Albert Einstein'ınki büyüktü. Prefrontal korteksinden bahsediyorum. Sapıklar sizi.. Burada önemli olan daha fazla beyin dokusu daha fazla zekayla bağlantılı. Einstein'ın beyninin boyutu ve düzeni onu fizik ve kuantum mekaniği konusunda mükemmelliğe ulaştırdı. Ama soru şu ki: Al; beyni onun görsel ve matematiksel yetenekleri hali hazırda gelişmiş bir şekilde mi doğdu? Yoksa o mu binlerce saat gece çalışmalarıyla büyüttü ? Büyük ihtimalle bu bir kombinasyon. Doğal yetenek ve çok çalışmak. Henüz kimseden dönem ödevi almadığıma göre açıkça bu odada eksik olan şeyler.
---
Pierce(sınıfta) - Hiç dışarda bir yerde aynı sizin gibi biri olup olmadığını merak ettiniz mi? Bir ikiz ya da ruh eşi? Dünya her zaman onlardan çok etkilenir. Antik çağlarda ikizlik, tanrıların doğaüstü bir güç gösterisi olarak görülürdü. Nörolojide de ikizler çok kıymetlidir. Çünkü onlarla çalışmak çevresel etki ve genetik etkilerin beyin yaşlanması ve bağımlılık üzerine etkisini gösterir. Ama ikiz hikayeleri bizi çok derinden etkiler. Neden bu? Kendimizin daha mükemmel halini mi arıyoruz, olmak istediğimiz kişiyi ya da bizi tüketen tutkularımızı paylaşacak birini? Belki de bir ruh eşi arıyoruz, hayatımızı tamamlayacak birini. Temeli ne olursa olsun bir ikiz isteği iletişim arzusunu gösterir. Çünkü bu boşlukta ve ezici evrende sadece diğer insanlarla olan ilişkilerimiz bize yardımcı olabilir. Yalnız hissetmemek için.

2.Sezon 12.Bölüm:

Pierce(sınıfta) - Ahlak anlayışımız aslında beyin devrelerimizde köklenmiştir. Ama bu devrelerin ne kadarıyla doğduk, ne kadarı tecrübelerimizle şekillendi? Belli ki ailelerimizin ahlak anlayışımız üzerinde etkileri var. Sosyal değerlerin de öyle. Hammurabi Kanunlar'ından  On Emir'e her şeyin oradan internet buluşmalarında yapılması ve yapılmaması gereken 5 şeye kadar. Çok fazla dış etki var. Neden belli kuralları takip ediyoruz ya da kendimizi belli şekilde davranmaya zorluyoruz. Ama bazı insanların diğerlerinden daha güçlü ahlaki değerlerle doğmuş olması olası mı?
--
Pierce(sınıfta) - Araştırmalar daha büyük bir orbitoprefrontal  kortekse sahip olmanın daha fazla arkadaş edinmekle bağlantılı olduğunu söylüyor ki bu bir kez daha boyutun önemli olduğunu kanıtlıyor. Tek önemli olan bu değil. Ne çeşit arkadaşlardan bahsediyoruz? İş arkadaşları, internet arkadaşları, seks arkadaşları? Cinsel destekli arkadaşlar ya da bir en yakın arkadaş? Ortak görüş bize bir arkadaşlığı ne kadar beslerseniz o kadar derinleştiğini söyler. Diğer taraftan eğer ihmal ederseniz yavaşça yok olur tabi arkadaşlarınız aileden değilse. Bu durumda baya onlarla sıkışıp kalmış durumdasınız ne olursa olsun.

2.Sezon 13.Bölüm:

Pierce(sınıfta) - Bir yalancıdan daha kötüsü yoktur.. Hepimiz böyle hissederiz değil mi? Ama neden? Neden bizi kandıran insanlara karşı böyle bir ayrımımız var? Çünkü berbat hissettiriyor. Gerçekten. Güvensizlik; limbik sistemin cingulate cortexinde ve anterior insulada işleniyor. Beynin acı ve iğrenme gibi diğer içsel hisleri işlediği bölmelerle aynı yerde. Bu sadece neden yalancılardan nefret ettiğimizi açıklamıyor aynı zamanda neden biz insanların inanacak bir şeye ihtiyaç duyduğunu da açıklıyor.  Noel Baba ya da yerçekimi gibi bilimsel bir gerçek olsun beyinlerimiz inanacak bir şeyler olduğunda bizi ödüllendirir. İnanmak, iyi hissetmektir. Rahat hissetmek. Ama beynimiz duygusal geri tepkiler verirken kendi inanç sistemimize nasıl güvenebiliriz. Onu eleştirel düşünmeyle dengeleyerek her şeyi sorgulayarak ve her zaman her zaman ihtimallere açık olarak.

2.Sezon Final Bölümü :
Pierce(sınıfta) - Mağaralarda yaşadığımız zamanlar hayatta kalmamız genelde kimin arkadaş kimin düşman olduğunu ne kadar hızlı anladığımıza bağlıydı. Amygdala bizi hayatta tutacak anlık hükümler vermemize yarıyor. "Savaş ya da sıvış" tepkisi denilen şey.
---
Pierce(sınıfta) - Savaş ya da sıvış ilkel bir nörolojik tepki olabilir ama bu onlar kötü ihtimaller demek değildir. Bazen istediğimiz şey uğruna savaşmak yapılacak doğru şeydir. Ama genellikle savaştığımız şey bizim kendi korkumuzdur. Üzülmekten ve aynı hataları tekrar yapmaktan korkumuz. Ama bazen de yapılacak en doğru şey kurtulmaktır. Başımızı alıp gitmek, bu biraz korkutucu olabilir, sadece bizim için değil, geride bıraktığımız insanlar için de. Onların hiç anlamama ihtimali üzerine. Her zaman geçmişten kurtulup keşfedilmemiş topraklara adım atmaya ihtiyacımız vardır. Ama çok uzaklara uçma şansımız olsa bile bu hiç geri dönmeyeceğimiz anlamına gelmiyor değil mi?


3.Sezon 2.Bölüm:
Pierce ( sınıfta ) - Taşlar, sopalar kemiklerimi kırabilir, ama sözler asla canımı yakmaz. Yoksa yakar mı? Sosyal ortamda reddedildiğimiz ya da sevdiğimiz birinin ihanetine uğradığımız zamanla kolumuza sıcak kahve döktüğümüz zaman beynin aynı bölgesi uyarılır. Diğer bir deyişle fiziksel acı ve duygusal acı  aynı oranda canımızı yakar. Fiziksel acımızı azaltacak, hatta bazı durumlarda ortadan kaldıracak ilaçlar geliştirildi. Ve o ilaçların bazıları duygusal acıyı da ortadan kaldırmak konusunda yardımcı olabiliyor. Yani kırık bir kalp için reçete "iki asprin al ve yarın sabah beni ara" olabilir. Ama acıyı uyuşturmak her zaman iyi bir yol mudur? Tüm çeşitleriyle acıyı ne kadar tanırsak hoşuma giden duyguların değerini de daha iyi biliriz. Zıtların doğası bu. Hoşnutsuzluk ya da kızgınlık hissetmezsek mutluluğumuzun kıymetini bilemeyiz. Korkuyu bilmezsek cesareti takdir edemeyiz. O zaman hayatımızdaki güzelliklerin tadına varabilmek için önce acımızı kabullenip ona sahip çıkmalıyız.

3.Sezon 3.Bölüm:
Pierce(sınıfta) - Geçmiş bizi rahatsız edebilir. Gençliğimizin günahları, eski hastalıklar ve yaralanmalar bir ömür bizimle olabilir. Tüm o akıl almaz gücüne rağmen beyin dediğimiz nöron yığını şaşırtıcı derecede hassas bir organdır. Kemikten kaskını çıkardığınız an sadece bir jöledir ve en ufak bir darbe karşısında savunmasızdır. Ufak bir sarsıntının etkisi oldukça uzun sürebilir yıllar sonra Parkinson gibi önemli bir hastalık olarak ortaya çıkabilir. Bir kaç gece aşırı içerseniz beyniniz eskisi gibi olmayabilir. Ama bu korunaklı kozalarımızda fiziksel ya da duygusal tehlikelerden sakınarak yaşamamız gerektiği anlamına mı gelir? Yoksa gerçek yaşam sanatı yaraların üstesinden gelip elimizden gelenin en iyisini yapıp yeteneklerimizi kabul etmek midir?
3.Sezon 4.bölüm:
Pierce(sınıfta) - Kağıtlarınızı alın ve sınava başlayın.
Öğrenci - Pardon sanırım bir hata yapılmış, cevaplar sınavın arkasında verilmiş.
Pierce - Doğru! Bayan doğrucu ele vermeden önce alt, orta ve yan prefrontal korteksinizdeki nöronlar her yerden ateş ediyor. Adrenalin ve dopamin salgılıyordu. Ringe girmek üzere olan bir boksörden farksız. Ama buradaki kavga dürtü ve öz denetim arasındaydı. Buna cazibe diyoruz. Onun bilişsel ve kontrol mekanizması kopya çekmesine engel oldu ama bazılarınız çekecekti. Mesela sen. Senin öz denetimin kolay yoldan "A" almak isteyen daha duygusal ve dürtüsel limbik sistem ile heyecanlandı. Bu kötü. Bu kötü ,çünkü öz kısıtlama ile işimizde daha başarılı oluruz, ilişkilerimiz daha sağlam ve akıl sağlığımız daha iyi olur. Cazibeye karşı koymak daha iyiyse neden ona kapılmak daha kolaydır?
----
Pierce(sınıfta) - Kırmızı pelerin giyip  insanlara yardım eden adama inanıyorsanız dünya iyi ve kötü diye ikiye ayrılmıştır. Tabi ki bizim gibi gelişmiş düşünenler hayatın bu kadar kesin olmadığını biliyor. Yoksa öyle mi? Psikopatların MRI görüntüleri beyinlerinin farklı olduğunu gösteriyor. Alın kortekslerinde daha az hareket ve paralimbik sistemlerinde daha az gri alan vardır. Diğer bir deyişle şeytana bağlı olabilirler. Ürkütücü bir fikir. Ama bir o kadar muhteşem olan da iyilik yapma kapasitemiz. Beynin empati kurabilme, merhamet gösterme ve bağ kurma becerisi. Bunlar insanın fedakarlıkta bulunarak yaşamasına ya da sevdikleri birine bağlılık göstermesine ya da bir arkadaşla bağ kurmasına vesile olabilir.


3.sezon 5.bölüm
Pierce(sınıfta) - Dün periferal nöropati ödevlerinizi okudum. Hayatımın geri getiremeyeceğim beş değerli saatini harcadım. Olguları ezberlemek ve sonra da onları dikkatlice seçilmiş iki bin kelimede tekrar edip durmak bilim değildir millet. Bu bilim değildir, bu düşünsel bulimiadır. Gerçek bilim bilmediğimiz bir şeyi keşfettiğimizde gerçekleşir. Galileo, Curie, Einstein. Hepsinde de olgulara bakıp "Tamam ama peki buna ne dersiniz? Ya böyleyse? " diyecek hayal gücü ve cesaret vardır. Soru sordular. Bu yüzden bildiklerimizi tekrarlamaktan ziyade bu saatimizi cehaleti arayarak geçirelim. Kendimizi.
---
Pierce(sınıfta) - Hayatınızı bir hikaye gibi düşünün. Aslında bunu zaten yapıyorsunuz. FMRI çalışmaları bir hikayeyi takip etmenin başı, ortası ve sonu olan bir anlatımın beyinde kortizol ve oksitosin salgılanmasına neden olduğunu bize gösterdi. Bu kimyasallar bize, birisine hatta bir yabancıya bile bağlanma ve empati kurma gibi eşsiz insani yetenekleri veriyor. Diğer bir deyişle hikayeleri hayatımızın anlamını bulmak için kullanırız. Şimdi bir anlığına hikayemizin sonunda biteceği algısı olmadan yaşadığımızı hayal edin. Ya hayatımız evren kadar sonsuz olsaydı? Tıklayan saat hiç durmasaydı ? O zaman hikayemiz ne olurdu? Hala sever miydik? Ya da umursar mıydık? Her şeyi anlamlandıran o ufacık anlar bir şey ifade eder miydi?



Blogger tarafından desteklenmektedir.